30 Aralık 2007 Pazar

Haber Yazısı

"Haber Yazısı" Türünün Özellikleri

İnsanlar arası ilk ilişkilerden biri haberleşmedir. Bugün hayvanlar dünyası gözlendiğinde yine aynı gerçekle karşı karşıya kalırız. Leyleklerin göç katarlarının idaresi; arılardaki, karıncalardaki iş bölümü; anaç tavuğun yavrularını büyütmesi başka nasıl açıklanır? İlk insanlardan günümüze haberleşme dumandan, davuldan, kuştan, atlı postalardan, motorlu postalardan; günlük gazetelere, sesli radyo haberlerine, görüntülü televizyon haberlerine, bilgisayar ağlarına uzanan bir gelişme göstermiştir.
Günlük gazetelerde, belli aralıklarla yayınlanan dergilerde, meslek kuruluşlarının belli aralıklarla yayınladığı bültenlerde; radyo ve televizyonlarda belli zaman aralıklarıyla sunulan bültenlerde halka duyurulmak üzere yayımlanan yazılara haber denir. Yayın organlarının en büyük desteği haberdir. Hiç bir yayın organı habersiz düşünülemez. Bir haberin değeri okuyucu sayısıyla belirlenir. Bu nedenle her olay haber olmayabilir. Belli bir okuyucu kitlesine ulaşabilecek olaylar haber sayılır.
Yayın ile yayım arasındaki farkları tartışınız!Halka günlük olayları haber verme geleneğinin şimdilik Atina’da başladığı sanılmaktadır. Eski Atina’da, halk günün belirli saatinde, bir meydanda toplanır, hatip kendilerine o günün haberlerini yüksek sesle söylerdi. Eski Osmanlı’daki “tellâl çağırmak”, “tellâl çıkartmak” işi de, halka duyurulması gerekli haberleri ulaştırmak için haberci göndermekten başka bir şey değildi. Tellâl mahalle aralarına girer, sokak sokak gezer, böylece haberi vatandaşın ayağına götürürdü. Günümüzde aynı i şi belediyeler; acil durumlarda, haberin hemen iletilmesi için resmi daireler en çok da pazarlamacılar uygarlığın teknik olanaklarını da kullanarak hâlâ yapmaktadırlar.
Görülüyor ki, haber kaynağını yaşamdan alır. Genel olarak bu kaynaklar üçe ayrılır: 1. Resmi Haberler, 2. Özel Haberler, 3. Ajans Haberleri. Resmi haberler, resmi ve özel kuruluşlardaki yetkili kişilerden alınan haberlerdir. Özel haberler, halk arasından toplanır. Ajans, haber toplama ve yayma işleriyle uğraşan kuruluştur. Haberde; yurtiçindeki, yurtdışındaki önemli ya da ilginç olaylar kısa ve özlü bir biçimde halka sunulur, gerekirse resimle, fotoğrafla desteklenir. Haber yazıları, anlattığı olayın türüne göre ad alır: Siyasal haberler, ekonomik haberler, bilimsel haberler, teknoloji haberleri, sanat haberleri, spor haberleri, sosyal haberler… vb. Skandal ve dedikodu haberleri… gibi halk arasında heyecan yaratan haberler vardır, böyle haberlere sansasyonel haber denir. Haberin anlatımı çoğunlukla resmi olmak zorundadır. Haber toplayana, haber yazana muhabir denir.Gazetecilikte bir haberde aranan ilkeler nelerdir?Gazete haberlerinde uyulması gereken ilkeler vardır. Bir haberde bunların eksiksiz verilmesi gerekir:” Ne?/Kim?; Neyi?/Kimi?; Nasıl?; Niçin?; Nerede? ;Ne zaman?” sorularının yanıtları haberde bulunmalıdır.
• Ne/Kim: Habere kaynak olan olayın kimin başından geçtiği ya da neyin bir olay sonucunda etkilendiği bildirilmelidir. Örneğin: “Vezüv yanardağı patladı”, “Tarihi Zeus Heykeli kaçırıldı.” “Atatürk Bütün Yurtta ve Dış Temsilciliklerimizde Anıldı. ”
• Neyi/Kimi: Habere kaynak olan olay kimi, neyi etkiledi. “Bakanlar Kurulu, memur maaş katsayısını görüştü.”, “Milli Eğitim Bakanı, resim çalışmalarıyla uluslararası başarı kazanan beş öğrenciyi kutladı.”…
• Nasıl: Habere kaynak olan olayın yapılış, meydana geliş sürecinin anlatıldığı bölümdür.
• Niçin: Her olayın bir nedeni vardır. En kötü olayları gerçekleştirenler bile, bir nedenin arkasına sığınırlar. Doğada nedeni çözülemeyen olaylarla bilim adamları hâlâ uğraşmaktadır; kanserin oluş nedenleri, ozon tabakasının delinmesinin nedenleri…
• Nerede: Yeryüzü bir yerdir. İnsan bir yerde doğar. Bütün olaylar bir yerde geçer. Yer bilgisi haberlerde genelden, tikele doğru verilir; ülke, il (varsa ilçe, köy), mahalle, semt, cadde, sokak, ev, mutfak…
• Ne zaman: Yine bütün olaylar bir zamanda meydana gelir. Zaman bilgisi de haberlerde genelden, tikele doğru verilir; yıl, ay, gün, saat, dakika…
Haber yazmak çok önemlidir. Muhabir, bu ilkeleri uygularken okuyucu ile bağını koparmamak zorundadır.
Haber yazısının belirleyici özellikleri nelerdir?
• Haber plânı tersine dönmüş pramit diye bilinir. Tersine dönmüş pramitte, haberin giriş bölümünde olay birkaç cümle ile özetlenir. Gelişme bölümünde sözü uzatmadan gerekli ayrıntılar verilir. Sonuç bölümünde ise olayın etkisi, olaya el koyma anlatılır.
• Haber ilginç olmalıdır. Haberin başlığı da ilginç olmalı, başlığa gözü takılan okuyucu, gerisini okumak için can atmalıdır.
• Haber duyulmamış olmalıdır. Okuyucu duyduğu bir olayı ikinci kez okumaz.
• Haber önemli olmalıdır. Haberin ilgilendirdiği okuyucu kitlesi çok olmalıdır.
• Haber doğru olmalıdır. Muhabir haberi tarafsız yazmalı, habere yorum katmamalıdır. Yorum köşe yazarlarının işidir.
• Haber yazılarında, muhabir okuyucuyu haberle baş başa bırakmalı, okuyucusuna kendi varlığını hissettirmemelidir.
• Bu kurallara bütün yazılı anlatımlarda uygulanacak genel kuralları ekleyiniz.
Belli bir zamanda ve yerde olmuş olayları merakı giderecek düzeyde ayrıntılı ve anlaşılır bir dille aktaran yazılara denir. Haber yazılarında inandırıcılık, belgelere dayanma, olayı tüm boyutlarıyla aktarma, yansız davranma, okuyucunun farklı yorumlamasına imkân vermeyecek şekilde, açık ve anlaşılır bir dil ve üslûpla aktarılması gibi unsurlara dikkat edilir.
Kaynak: http://www.aof.edu.tr/

http://bengisum.6te.net

15 Aralık 2007 Cumartesi

Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı

C U M H U R İ Y E T D Ö N E M İ E D E B İ Y A T I
( 1923–1940)

19232’te cumhuriyetin kurulmasıyla başlayıp günümüze kadar gelen edebiyattır. Düşmanı savaş meydanlarında yenerek bağımsızlığına kavuşan Türk ulusu tam bağımsız bir ülke olabilmek için içerde de yeni savaşlara yeni mücadelelere başlamıştır.
Uzun süren savaşlar ve eğitim yetersizliği ülkenin geri, ülke insanının da cahil kalmasına yol açmıştır. Cumhuriyetle birlikte teokratik bir yönetimden demokrasiye geçen ülkemizde bir takım sosyal siyasi ve kültürel değişmenin sancıları başlamıştır
Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda yapılan Latin Alfabesine geçiş, yeni hukuk sistemi, Türk Dil ve Türk Tarih Kurumunun kurulması toplumun aynası kabul edilen edebiyatta da köklü değişimin olmasına yol açmıştır.
CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATININ GENEL ÖZELLİKLERİ
1 - Yazı diliyle konuşma dili arasındaki fark ortadan kalkmış dildeki sadeleşme çabaları
aralıksız olarak sürmüş. ve İstanbul Türkçesi esas alınmaya başlanmıştır.
2- Edebiyatımız bu dönemde toplumcu bir karakter kazanmış gerçekçi bir anlayış güdülmüştür. 3 - Aruz ölçüsü bırakılmıştır. Serbest ölçü ve hece ölçüsü kullanılmıştır. Yine bu dönemde şiirin
biçimce daha da serbestleşmesi sağlanmıştır.
4 - Edebiyatımız İstanbul aydınlarının tekelinden kurtulmaya başlanmıştır. Anadolu’dan aydın yetişmeye
başlamıştır.
5 - Romanda ve hikâyede halk gerçekleri tamamen yerleşmiştir.
6 -Uluslar arası düzeyde sanatçı yetişmiştir.
7 - Şiir, roman, hikaye ve tiyatro- deneme gibi türlerde önemli gelişmeler olmuştur .
8 - Bu dönemden itibaren farklı edebi topluluklar ortaya çıkmaya başlamıştır.
Bir yandan halk edebiyatı öte yandan Batı Edebiyatı olmak üzere iki koldan beslenen bu edebiyat iki döneme ayrılır.
1 - 1923’ten 1940 ‘a kadar olan dönem ( İlk Dönem )
2 – 1940 ‘tan günümüze kadar olan dönem (Son Dönem)
İ L K D Ö N E M E D E B İ Y T I
Bu dönem edebiyatına Milli Mücadele Döneminin kahramanlık ruhu , Atatürk İlke ve İnkılapları damgasını vurmuştur.
Ayrıca birçok şair ve yazarın Milli Edebiyat Döneminde sanata başlayıp , Milli Mücadeleyi de yaşayarak bu dönemde edebiyat sanatına devam etmesi bu dönem edebiyatında Milli Edebiyat Akımının da derin izlerinin olmasını sağlamıştır
Milli Edebiyatla başlayan Anadolu’ya yönelme bu dönemde hız kazanmış, misaki milliye sınırları içerisinde Türkiye milliyetçiliği, batılı anlamda çağdaşlaşma kalkınma Atatürk ve cumhuriyete bağlılık sık işlenen konular arasında yer almıştır.
İLK DÖNEM EDEBİYATININ GENEL ÖZELLİKLERİ
1 , Bütün şair ve yazarlar eserlerinde açık sade halk Türkçesine yer vermiştir.
2 - Eserlerde, Anadolu, Anadolu coğrafyası, Anadolu’nun sorunları , halk , millet, geri kalmışlık, . . Atatürkçülük ve gelişip çağdaşlaşma konularına ağırlık verilmiştir.
3 - Şiirde Halk Edebiyatının konu ve şekil özelliklerine uyulmuştur.
4 - Şiir, roman, tiyatro ve hikaye türlerine ağırlık verilmiştir

İLK DÖNEM EDEBİYATINDA ŞİİR
Milli Mücadele Nesli ile Cumhuriyet döneminde edebiyata başlayan sanatçılar aynı dönemde eser vermeye başlamıştırlar .Kurtuluş savaşının gündeme getirdiği Anadolu gerçeği bu dönem şairlerinin yüzünü Anadolu’ya çevirmesini sağlamış, şairler Anadolu gerçeğine eğilerek halkın ihmal edilişini geri kalmışlığı çağdaşlaşmayı ve milli değerleri işlemişlerdir.
Bu yolda ilk adımı Faruk Nafiz Çamlıbel : “ Han Duvarları “ adlı şiiri ile atmış, ardından aynı gerçeği işleyen “Sanat” Şiirini yazmıştır
Anadolu’ya yönelme bütün şairlerin ortak ülküsü olmakla birlikte, her şair kendi zevki, sanat anlayışı ve dünya görüşüne göre bu konuya yaklaşmış; bu da bazı edebî toplulukların ortaya çıkmasını sağlamıştır



BU DÖNEMDE ORTAYA ÇIKAN TOPLULUKLAR:
1 - Beş Hececiler :
1 - Hecenin beş şairi adıyla da anılan bu sanatçılar milli edebiyat akımından etkilenmiş ve şiirlerinde
hece veznini kullanmışlardır.
2 - Şiirde sade ve özentisiz olmayı ve süsten uzak olmayı tercih etmişlerdir.
3 - Beş hececiler şiire birinci dünya savaşı ve milli mücadele döneminde başlamışlardı
4 - Şiirde memleket sevgisi, yurdun güzellikleri, kahramanlıklar ve yiğitlik gibi temaları işlemişlerdir.
5 - Hece vezni ile serbest müstezat yazmayı da denediler.
6 - Mısra kümelerinde dörtlük esasına bağlı kalmadılar yeni yeni biçimler aradılar.
7 - Nesir cümlesini şiire aktardılar ve düzyazıdaki söz dizimini şiirlerde de görülmesi beş hececiler de
çok rastlanan bir özelliktir.
Temsilcileri: Faruk Nafiz Çamlıbel, Y. Ziya Ortaç, Halit Fahri Ozansoy, Orhan Seyfi Orhun,
Enis Behiç Koryürek.
II - Memleketçilik: Beş hececilerin devamı niteliğinde ola bir topluluktur.
Amacı : 1 - Eserlerde Anadolu, Anadolu insanının sorunları ve Anadolu coğrafyasını işlemek.
2 - Atatürk ilke ve inkılaplarının yerleşmesini sağlamak.
3 - Ulusal değerlere sahip çıkmak
Temsilcileri: F. Nafiz Çamlıbel, A . Kutsi Tecer, Kemalettin Kamu, ve Ö. Bedrettin Uşaklı
III - -Mistik Akım : Batıda “ Bergson Felsefesi” olarak bilinen Anadolu’da ilk olarak Ahmet
Yesevi, Mevlânâ ve Yunus Emre’nin başlattığı, dinsel kaynaklı, maneviyatçı bir akındır.
Amacı : 1 - Sezgicilikten hareketle insan ruhuna eğilerek ruhu irade yoluyla terbiye etmek.
2 - Ahlâkı yücelterek ideal insan yetiştirmek
3 - Toplumda sevgi , hoşgörü yardımlaşma ve birliği güçlendirmek.
Temsilcileri :Necip Fazıl Kısakürek, A. Hamdi Tanpınar ve Şinasi Hisarlı.
IV - Yedi Meşaleciler : Yazılarını “Meşale” adlı dergide yayımlayan ve şiirlerini aynı
adı taşıyan kitapta toplamış olan yedi kişilik topluluktur. Cumhuriyet döneminin ilk
resmi topluluğudur.
Amacı : 1 - Şiirde canlılık, samimiyet ve sürekli yeniliği esas almışlardır.
2 - Sanatı ön plana alarak şiirde hayal ve söz sanatına çok yer vermek.
3 - Anadolu’yu yurtseverlik anlayışıyla anlatmayı düşünmüşlerdir; ancak pek başarılı
olamamışlardır.
Temsilcileri : Muammer Lütfi Kazancı, Sabri, Esat Siyavuşgil, Yaşar, Nabi Nayır, Vasfi Mahir
Kocatürk, Cevdet Kudret, Ziya Osman Saba ve Kenan Hulisi Koray’dır
İLK DÖNEM EDEBİYATINDA HİKÂYE ROMAN VE TİYATRO
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide Edip, Reşat Nuri, Refik Halit Karay ....gibi yazarlar, ikinci meşrutiyet döneminde adını duyurmuş, bu dönemde olgunluk çağlarını yaşamışlardır.
Bu dönem eserlerinde gerçekçi bir anlatım ve gözlem dikkati çeker. Duygusallıktan, yapaylıktan, ve süsten uzaklaşılmış gerçekçi toplumcu bir yol izlenmiştir.
Geri kalmışlık, batılılaşma, batıl inançlar, batılılaşmayı yanlış anlama, taklitçilik eğitim yetersizliği ve cumhuriyetle gelen yeniliklere yer verilmiştir.
Bu konular işlenirken bir yandan toplumun içinde bulunduğu duruma ayna tutulmuş, bir yandan da aksaklıklar, yanlışlıklar irdelenerek toplumun iyiye, güzele, doğruya yönlendirilip kalkınması amaçlanmıştır.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu “ Kiralık Konak “ta bozulan toplumda idealistlerin yenik düşen ruh halini ve üç kuşak ( eski- cumhuriyetçi- batı taklitçisi ) arasındaki çatışmaları işler. “Yaban”da halkla aydın arasındaki kopukluk ve tezatları, “ Ankara”da ise cumhuriyet rejiminin arayışlarını anlatır.
Halide Edip Türk toplumunda kadın ve aile sorunlarına ağırlık vererek; “ Vurun Kahpeye “ adlı eserinde batıl anlayışın kadına bakışını, “Sinekli Bakkal”da toplumdaki insanî değerleri gözler önüne serer.
Reşat Nuri, Anadolu’yu, Anadolu insanının tutkularını, özlem ve ideallerini işlerken; Peyami Safa, ahlâki değerlere önem vermeyen, dejenere olmuş insanların ruh halini anlatır.
Refik Halit Karay: “ Memleket Hikayeleri” nde Anadolu’nun geri kalmışlığını, psikolojik durumunu, “ Gurbet Hikayeleri”nde vatan toprağının önemini ve ona bağlılığı vurgular.
Bu dönemde tiyatro da önemli bir atılım yapmış; önce uyarlamalar, sonra yerli eserler yayım alanına girmiştir.
Bu eserlerde işlenen başlıca konular : örf ve adetler, halkın bâtıl inançları, Türk Tarihi İstiklal Savaşı,cumhuriyetin temel ilkeleri doğu- batı çatışması. Ve toplumda baş gösteren yolsuzluklardır.
Faruk Nafiz’ın “Akın” Necip Fazıl’ın “Reis Bey “ , “Tohum”, “Bir Adam Yaratmak” Necati Cumalı’nın “Nalınlar” ve Turan Oflazoğlu’nun “IV. Murat “ adlı eserleri bu dönemin en ünlü yapıtlarıdır.


SON DÖNEM ( 1940 SONRASI) EDEBİYATI
Cumhuriyetle başlayan yeni edebiyat bu dönemde de devam etmekle birlikte İkinci Dünya Savaşı sonrasında siyasal ve toplumsal yaşamdaki değişme ve gelişmelere paralel olarak sanat anlayışımızda köklü değişikliklere yol açmış özellikle edebyatta yeni yeni toplulukların oluşmasını sağlamıştır.
SON DÖNEM EDEBİYATINDA ORTAYA ÇIKAN TOLULUKLAE
1 – Garipçiler : ( Birinci Yeniler )1 1940 yılına kadar gelen bütün şiir anlayışına karşı çıkan Orhan Veli, Oktay Rıfat Horozcu, Melih Cevdet Anday ortaklaşa “Garip” dergisini çıkarıp bu akımı başlatmışlardır Buna “I. YENİ ŞİİR HAREKETİ” adı verildi. İki savaş arasında yetişip hızla değişen yaşamın etkisiyle geçmişte olan her şeye karşı olmalarıyla tannmışlardır.. Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının belki de bütün Türk edebiyatının en farklı gurubu olarak edebiyat tarihinde yer almışlardır
“Şiir halka seslenmelidir” anlayışıyla günlük hayatta olan her şeyi şiire konu olarak almışlardır
İLKELERİ:
1 – Şiir süsten sanattan, şairanelikten uzak olmalıdır.
2- .Şiirde ölçü, kafiye ve nazın birimi gereksizdir.
3 - Şiir fikirleri aşılamak işin kullanılmamalı.
4 – Şiirde günlük konuşma dili kullanılmalıdır.
5 - Her türlü olay ve kişi şiire konu olabilmelidir.
6 - Şiirde önemli olan bütün güzelliğidir.
II – Maviciler:

ü Atilla İlhan’ın 1955–1956 yıllarında çıkardığı derginin adı olan “MAVİ” nin etrafında toplanan Orhan Duru, Ferit Edgü Denir Özlü, Tahsin Yücel ve Denitaş Ceynun gibi sanatçıları oluşturduğu guruptur.
ü Garip akımına tepki olarak çıkmıştır.
ü Şiirin basit olamayacağını zengin benzetmeli, içli, derin olması gerektiğini savunmuşlardır
ü Toplumsal gerçekleri savunmayı benimsemişler
ü Serbest şiir geleneğini ilerletmişlerdir.
11 -İKİNCİ YENİCİLER

ü 1950’lerde “Garip” akımına tepki olarak çıkmıştır.
ü Şiirin düşürüldüğü basitliğe son vermek amacıyla ortaya çıkmıştır.
ü Cemal Süreyya, İlhan Berk, Edip Cansever, Turgut Uyar, Ece Ayhan, Ülkü Tamer,Sezai KARAKOÇ
bu akımın öncüleridir.
ü Sözcüklerin anlamı değil söylenişi önemlidir.
ü Her şey insanla başlar insanla biter.
ü Şiirin kendine göre bir dili olmalı.
ü Şiir diğer edebi türlerden kesin çizgilerle ayrılmalı.
ü Önemli olan kelimelerin anlamları değil, şairin ona yüklediği anlamlardır.

1940’tan Sonraki Türk Edebiyatında Roman ve Hikayede Sosyal (toplumsal konular Türk demokrasisinde zaman zaman yaşanan kesintiler, soygun eşkıyalık, ağa – ırgat, işçi – patron çatışmaları Sanatçılar arasında olay ve konulara yaklaşım açısından yine bir gruplaşma görülür bBunlar
l) Toplumsal Gerçekçiler:Bu akım ; bir meseleyi, bir derdi ortaya koyarak, topluma faydalı olmak istiyordu. İlk ürünleri, Anadolu köy romancılığıdır. Konuları: işçi-ırgat hayatı,sınıf çatışmaları,grev-lokavt gibi durumlar, toprak-su kavgaları zaman zaman rejim karşıtı konuları işlemişlerdir...Önemli Temsilcileri:Kemal Tahir: Konularını cezaevi yaşantılarından , Kurtuluş Savaşı’ndan, eşkıya menkıbelerinden aldı. Gerçek bir Anadolu romanı oluşturdu. Eserleri: Roman:Yorgun Savaşçı,Devlet Ana ...Orhan Kemal: Hayatına girmiş yüzlerce kişinin kader ve direnişlerini yazdı. Sürükleyicilik,tabiilik, gerçeklik eserlerinin özelliğidir.Eserleri :Roman: Murtaza, Hanımın Çiftliği...Tiyatro:72.Koğuş...Yaşar Kemal: Genellikle Çukurova insanının hayat savaşlarını şiirli bir dille yazdı. Tezli romanı savunur. Folklor unsurları ve güçlü doğa tasvirleri görülür. Eserleri: Roman:İnce Memet, Yer Demir Gök Bakır, Teneke...Fakir Baykurt: İçinde doğup yetiştiği köylülerin hayatını yazmıştır.Eserleri: Roman: Yılanların Öcü, Tırpan, Kara Ahmet Destanı...Hikaye: Can Parası.2 Mili ve Manevi değerleri Benimseyenler :Milli ve manevi değerleri, Türk kültürü ve kültür emperyalizmini Türk tahini ve ahlâk çöküntüıeri sonucunda ortaya çıkan psikolojik sorunları işlemişlerdir.
Önemli temsilcileri Peyami Safa Doğu- batı çatışmalarını ahlaki çöküşü gelişen dünya karşısında insanın yalnızlığını ,ruhsal bunalımlarını işler
Eserleri Dokuzuncu Hariciye Koğuşu , Yalnızız, Matamazel Noralya’nın Koltuğu, Mahşer, Canan , Sözde KızlarTarık Buğra: Türk Tarihin Tek adamın dengesiz, bazen alaycı, bazen acılı tedirginliğini ele alır. Eserleri:Roman:Küçük Ağa , İbişin Rüyası
Ahmet Hamdi Tanpınar : Kültür emperyalizmi karşısında bozulan toplum ahlakını, milli ve manevi değerleri işler
Eserleri. Huzur – Beş Şehir Mahmur Beste – Saatleri Ayarlama Enstitüsü Sahnenin Dışındakiler
Cemil Meriç: Umrandan Uygarlığa, Kırk Ambar, Hint Edebiyatı, Mağaradakiler, Bu Ülke, Işık Doğudan Gelir
Ahmet Turan OFLAZOĞLU : Kezban _ Allah’ın Dediği Olur - Sokrates Savunuyor – Kösem Sultan - IV. Murat – Fatih Bizans Düştü -Elif Ana 3) Bağımsız Yazarlar:Halikarnas Balıkçısı(Cevdet Şakir Kabaağaçlı): Konularını daima Ege ve Akdeniz kıyılarından çıkardı.; balıkçıları, sünger avcılarını...işledi.Eserleri: Hikaye: Merhaba Akdeniz...Roman: Deniz Gurbetçileri..Haldun Taner: Gücünü gözlem, mizah ve yergiden alan hikayeleriyle tanındı. Epik tiyatro türünde eserler verdiEserleri: Hikaye: Şişhane’ye Yağmur yağıyordu, On İkiye Bir Var...Tiyatro:Keşanlı Ali Destanı, Sersem Kocanın Kurnaz Kocası......

Milli Mücadele Dönemi edebiyatı

MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ EDEBİYATI
30 Ekim-19l8'de Mondros mütarekesi ile başlayan ve 9 Eylül 1922'de Yunanlıların İzmir'de denize dökülmesiyle biten bu döneme, Mili Mücadele dönemi; bu dönemde oluşan ede­biyatımıza da Milli Mücadele dönemi edebiyatı diyoruz.
Milli Mücadele Dönemi Edebiyatı Atatürk'ün bir kurtarıcı olarak Türk milletine önderlik ettiği Milli Mücadele dönemi, aynı zamanda yeni Türkiye Cumhuriyetinin de temellerinin atıldığı dönemdir.Bu dönemde esareti kabul etmeyen Türk milleti, yeniden derlenip toparlanarak millî bir Kurtuluş Savaşı'nı başlatır
.Milli Mücadele dönemi edebiyatını kesin sınırlarla diğer dönemlerden ayırmak çok zordur; çünkü toplumsal olayların başlangıçları ile bitişleri kesinlikle sınırlandırılamaz. Bu nedenle Milli' Mücadele dönemi edebiyatı, Milli edebiyatın ilkeleri doğrultusunda gelişti, bu dönemin sanatçıları, Cumhuriyet döneminde de o günün koşulları içinde eser vermeye devam ettiler.
a Şiir Alanında:
Edebiyatımızda Cumhuriyet'in ilk yıllarında yazılan şiirler, genellikle Kurtuluş Savaşı'nın coşkusu ve heyecanı ile ortaya çıkmıştır. Bu şiirler, coşkulu ve heyecan unsuru yoğun olan şiirlerdir.Milli Mücadele dönemini anlatan şiirler yazan şairlere Faruk Nafiz, Kemâleddin Kamu, Mehmet Âkif Ersoy, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Cahit Külebi, Ceyhun Atıf Kansu ve Halide Nusret Zorlutuna'yı örnek verebiliriz. b) Nesir Alanında
Millî Mücadele dönemi, edebiyatımızda birçok yazar tarafından işlenmiştir. Roman, hikâye, tiyatro, deneme, fıkra, anı ve hitabet (söylev) gibi bütün mensur türlerde Milli Mücadele dönemini anlatan eserler yazılmıştır. Bu eserlere;Halide Edip Adıvar'ın "Ateşten Gömlek" ve "Vurun Kahpeye", Yakup Kadri Karaos­manoğlu'nun "Sadom ve Gomore" ve "Yaban", Refik Halit Karay'ın "Çete", Kemal Tahir'in "Yorgun Savaşçı", Tarık Buğra'nın "Küçük Ağa" adlı romanlarını; yine Halide Edip'in "Dağa Çıkan Kurt", Yakup Kadri'nin "Ergenekon” adlı hikâye kitaplarını; Falih Rıfkı Atay'ın "Zeytindağ" adlı anı kitabını örnek olarak verebiliriz.Kemal Beyatlı'nın "Kurdun Dişisi ve Yavruları" makalesi ile Ruşen Eşref Ünaydın'ın Atatürk'le il­gili bir anısını anlattığı "Gazasını Tebrik"

Milli Edebiyat Dönemi

MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ (1911-1923)

Modern Türk Edebiyatını yaratma amacıyla kurulan Tanzimat, Servet-i Fünun ve Fecr-i Âtî toplulukları büyük hamleler yapmakla beraber ruhta büyük ölçüde Fransız sanatına bağlı, dil ve üslûpta Osmanlıcayı sürdüren, millî kimlik ve kişiliğe ulaşamamış bir edebiyat vücuda getirmişlerdir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılışı sırasında, Türk aydınlarının büyük bir bölümü, ümmete bağlı Osmanlıcılığın terk edilerek milliyetçiliğin benimsenmesinin, memleketin geleceği için gerekli olduğuna inanıyorlardı. Bu inanç sonucunda Türkçülük ve Milliyetçilik akımları doğmuş, her sahada millî kimlik arayışları
Meşrutiyet (1908) 'den sonra memlekette başlayan ve o devirde “Türkçülük” adı verilen milliyetçilik hareketi, “edebiyatta millî kaynaklara dönme” düşüncesinin doğmasına yol açmıştır. “Millî kaynaklara dönme” sözüyle ; dilde sadeleşme, aruz vezni yerine hece veznini kullanma, yerli hayatı yansıtma amaçlanmıştır.. Bunları gerçekleştirmeyi ülkü edinen edebiyat akımına “Millî Edebiyat” adı verilmiştir
1911 yılında Selanik’te çıkan “Genç Kalemler” dergisinde Ömer Seyfettin’in “Yeni Lisan” adlı makalesinin yayımlanmasıyla başlamış, “Milli Edebiyat” terimi de ilk defa bu dergide kullanılmıştır
İlk temsilcileri: Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp ve Ali Canip Yöntemdir.
İLKELERİ
Milli Edebiyat akımının özellikleri, Cumhuriyet’in ilk on yılının da bir özeti olmaktadır. Bu çerçeve
içerisinde, Milli Edebiyat akımının ilkeleri de şu şekilde belirtilebilir:

1 - Dilde sadeleşme : Dilde sadeleşme hareketi 1911 nisanında Selanik'te Ömer Seyfettin, Ali Canip ve Ziya Gökalp tarafından çıkarılan Genç Kalemler dergisinde “Yeni Lisan” adıyla ileriye sürülmüştür Dilde sadelik, Türkçe karşılığı olan Arapça ve Farsça kelimelerin atılması. Yalın (süssüz, sanatsız, özentisiz) bir dille yazma; İstanbul Türkçesini kullanma konuşma dilini yazı dili haline olarak tanımlanmıştır. “Millî edebiyat'ın millî lisan'dan doğacağı”nı (Ömer Seyfettin) söylemişlerdir.
2 -Halk edebiyatı şiir biçimlerinden yararlanma ve hece ölçüsünü kullanma : hece ölçüsü kullanma davası ilkin Mehmet Emin'in 1897 Yunan savaşı dolayısıyla yayınladığı “Türkçe Şiirler “ adlı kitabı aracılığıyla ortaya sürülmüş, Rıza Tevfik'in halk şiirleri yolundaki koşma ve nefesleriyle desteklenmiş ise de, uzun zaman gerçekleşememiş; ancak Birinci Dünya Savaşı içinde, özellikle 1917'de Servet-i Fünun dergisi tarafından “Şairler Derneği” adıyla toplanan gençler (Orhan Seyfi, Yusuf Ziya, Faruk Nafiz, Halit Fahri, Enis Behiç. ) tarafından benimsenmiştir
3 - Bu dönemde aruz vezni de bir yandan sürüp gitmiş ve Mehmet Akif, Ahmet Haşim, Yahya Kemal gibi üç kuvvetli sanatçının elinde varabileceği gelişmenin en yüksek noktasına erişmiştir.
4 - Yerli hayatı yansıtma davası Konu seçiminde yerlilik Konularını hayattan, ülke şartlarından seçme
Millî kaynaklara yönelme olarak özetlenir. Yalnız birkaç şair (Mehmet Emin, Mehmet Akif, kimi şiirleriyle Yahya Kemal, Cumhuriyet devrindeki bazı şiirleriyle Faruk Nafiz, v.b.) ve daha çok hikâye ve roman yazarları tarafından benimsenmiştir

a) Şiir alanında, hece vezninin ilk ürünlerini veren şairlerin (Mehmet Emin'den başka) hemen hepsi bir yandan aruzla yazmışlar; bir yandan da, Türkçülük hareketinin ve Ziya Gökalp'in etkisiyle, hece veznine yönelmişlerdir. Ne var ki, bunların hece vezniyle ortaya koydukları ürünler, yalnız biçim (dil, vezin, nazım biçimi) kaygısıyla yetinilen, derinliği olmayan, yalınkat manzumelerdir
Gerçek değer taşıyan şiirler, aruzun son üç ustasının “Mehmet Akif, Ahmet Haşim, Yahya Kemal” kaleminden çıkmıştır. Bunlardan Mehmet Akif, önce Tev­fik Fikret'in uyguladığı “nazmı nesre yaklaştırma” hareketini sürdürüp geliştirmiş; Ahmet Haşim ile Yahya Kemal ise, bunun tam tersi bir tutumla, “şiir nesre çevrilme olanağı bulunmayan nazımdır; (...) musiki ile söz arasında, sözden çok musikiye yakın, ortalama bir dildir” (A.Haşim), ve “şiir, nesirden bambaşka bir hüviyettedir : musikiden başka türlü bir musikidir” (Y. Kemal) görüşünü savun­muş ve uygulamışlardır. Bu üç şair, bir yandan da, Türk şiirinde üç ayrı akımın temsilcisi olmuşlardır : Mehmet Akif, şiirde Tevfik Fikret'ten devir aldığı “Realizm” akımını geliştirmiş, “hayal ile alışverişi olmadığını, her ne demişse görüp de söylediğini, en beğendiği mesleğin hakikat olduğunu” bildirmiş, Fecr-i Âti topluluğundan gelen Ahmet Haşim, Batıdan gördüğü “Sembolizm” akımını benimsemiş, “dünyanın şekillerini hayal havuzunun sularında seyrettiğini; onun için, dünyanın taşlarını ve bitkilerini renkli bir akis gibi gördüğünü” belirtmiş; Yahya Kemal de, yine Batıda gördüğü “Romantizm” akımını benimsemiş ve bu anlayışla, Divan şiiri yolunda klasik şiir denemelerine girişmiş; sade dille ve yeni nazım biçimleriyle yazdığı şiirlerinde de yine biçim kusursuzluğuna, yapmacıksız ve sağlam anlatıma önem vermiştir ( New klasik şair)
.
b ) Hikâye ve roman alanında, bir bölümü “Fecr-i Âti” topluluğundan gelen “Yakup Kadri, Refik Halit), bir bölümü bu topluluk dışında kalan (Ebubekir Hâ­zım, Ömer Seyfettin, Halide Edip, v.b.) sanatçılar, aralarındaki sanat anlayışı ve dünya görüşü ayrılıklarına rağmen, yerli, hayatı yansıtma konusunda birleşmiş görünürler. Tanzimat ve Edebiyat-ı Cedide hikâye ve romanlarında olayların İstanbul sınırları içinde kapalı durmasına karşılık, bu devirde, hikâye ve roman yurdun her köşesine açık tutulmuş, her tabakadan halkın yaşayışı konu olarak ele alınmıştır. Özellikle köy ve taşra hayatını anlatan başarılı ilk örnekler (Ebubekir Hâzım: Küçük Paşa; Refik Halit: Memleket Hikâyeleri; Reşat Nuri: Çalıkuşu, v.b.) bu devirde verilmiştir. Kimi kitapların adları (Refik Halit: Memleket Hikâyeleri: Ömer Seyfettin: Yalnız Efe - Anadolu romanı.) sonradan “memleket edebiyatı” diye adlandırılan bu çığırı açıkça belirtir. İlkin edebiyat dışı bir amaçla, “taşraların ne halde olduklarını, köylülerin ne yaptığını, ne istediğini, memleketin neye muh­taç olduğunu yerinde görüp incelemek” için “Tanin Gazetesi”nin Anadolu'ya gönderdiği bir yazarının Anadolu'daki şehir, kasaba ve köyleri dokuz ay (1909-1910) adım adım dolaşarak hazırladığı röportaj niteliğindeki gezi notları (Ahmet Şerif: Ana­dolu'da -Tanin) ve aynı yıl içinde “Anadolu fatihaları” nı dile getirmek amacıyla yazılan, fakat yayınlandığı zaman hiç de ilgi uyandırmadığı halde, Cumhuriyet devrinde dikkati çeken bir roman (Ebubekir Hâzım: Küçük Paşa) ile açılan bu çığır; Refik Halit'in Anadolu sürgününden getirdiği hikâyeler “Memleket Hikâyeleri” ile geniş bir ilgi görmüş; Kurtuluş Savaşı yıllarında ise Anadolu insanının çetin alınyazısı üzerine eğilme hareketi (Halide Edip: Dağa Çıkan Kurt, Ateşten Gömlek / Yaban, Millî Savaş Hikâyeleri) artık zorunlu ve yaygın bir hal almıştır
Gözleme dayanan bu yerli hayatı yansıtma isteğinin sonucu olarak, çoğu yazalar Realizm (Ömer Seyfettin, Yakup Kadri, Refik Halit, Reşat Nuri, Memduh Şevket, v.b), hatta kimileri Natüralizm (Bekir Fahri, Selâhattin Enis, kimi hikâyeleriyle F. Celâlettin, kimi romanlarıyla Osman Cemal, v.b.) ilkelerini benimsemişlerdir
Çoğu Fransız (Yakup Kadri, Refik Halit Reşat Nuri, Peyami Sata, Abdülhak Şinasi), kimisi İngiliz (Hailde Edip), kimisi Rus (Memduh Şevke) edebiyatlarının etkisi altında kalan bu devir sanatçılarının bir bölüğü de Hüseyin Rahmi ve Ahmet Rasim yolunu sürdürmüşlerdir (Ercüment Ekrem, Sermet Muhtar, Osman Cemal, kimi hikâyeleriyle F. Celâlettin
c) Tiyatro alanındaki verim, hikâye ve roman kadar başarılı sayılamaz. Ger­çi, Meşrutiyetin ilânıyla birlikte birçok tiyatro topluluğu ortaya çıkmış; hattâ bir de tiyatro okulu açılıp ilk resmî tiyatro (Dârülbedayi-i Osmanî) kurulmuş; bunlar eser yetiştirmek için pek çok yazar o alanda birtakım denemelere girişmiş ise de, bunların çoğu başarı çizgisinin çok altındadır. çeviri ve uyarlama arasında bir tek çevirmenin (İbnürrefik Ahmet Nuri) uyarlamaları belli bir değer çizgisinin üstüne çıkmıştır

Bu Dönemin Başlıca Sanatçıları
Bilim yolunda: Ziya Gökalp. Fuat Köprülü. v.b
Şiir alanında : (Aruz vezniyle) Mehmet Akif, Ahmet Haşim, Yahya Kemal Beyatlı, v.s.
(Hece vezniyle) Mehmet Emin Yurdakul, Rıza Tevfik Bölükbaşı, Halit Fahri Ozansoy, Enis Behiç Koryürek, Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya Ortaç, Faruk Nafiz Çamlıbel, v.b.(Bunlardan Ahmet Haşim fıkra ve gezi notları; Yahya Kemal makale; Halit Fahri, Yusuf Ziya, Faruk Nafiz man­zum oyun da yazmışlardır.)
Hikaye ve roman alanında: Ebubekir Hâzım Tepeyran, Ömer Seyfettin, Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Refik Halit Karay, Ercüment Ekrem Talu, Selâhattin Enis, F. Cemâlettin, Osman Cemal Kaygılı, Reşat Nuri Güntekin, )
(Bunlardan Ömer Seyfettin, Yakup Kadri, Refik Halit, Reşat Nuri, Sermet Muhtar, Mahmut Yesari oyun da yazmışlardır. İçlerinde anı yazanlar da vardır: Ebubekir Hâzım, Ömer Seyfettin, Halide Edip, Yakup Kadri, Refik Halit.
Tiyatro alanında: Musahip-zâde Celâl, İbnürrefik Ahmet Nuri, v.b

Fecr-i Ati Edebiyatı

FECR-İ ATİ EDEBİYATI (1909-1912)

1901’de Servet-i Fünun topluluğu dağıldıktan sonra 20 Mart 1909 tarihinde İstanbul’da Servet-i Fünun mecmuası etrafında, kendilerine Fecr-i Âtî adını veren yeni bir nesil toplanmıştır Kendilerine “geleceğin ışığı anlamına gelen Fecr-i Âti adını veren bu topluluğun sanatçılar 1910 yılında bir bildiri yayımlayarak kendilerini kamuoyuna tanıtırlar. . Bu aynı zamanda edebiyat tarihinde kuruluşunu bir bildiri ile başlatan ilk topluluktur (24 Şubat 1910, Servet-i Fünun).
Bildirilerinde, edebiyatın ciddiye alınması, Batı edebiyatının daha yakından tanıtılması, düşünce ve edebiyat konularında konferanslar düzenlenmesi gibi amaçlarının bulunduğunu açıklarlar.
Geçmişte kaldığını söyledikleri Servet-i Fünun anlayışını eleştirmekle birlikte onların da bir adım ötesine gidememişlerdir.
. Bunun dışında edebiyatımıza bir yenilik getirememişler bu nedenle de özentici, taklitçi bir topluluk olarak eleştirilmişlerdir Başlıca Sanatçıları:
Ahmet Haşim, Aka Gündüz (Enis Avni), Ali Canip Yöntem, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Mehmet Fuat Köprülü, Refik Halit Karay, Celal Sahir, Faik Ali..

ÖZELLİKLERİ
1 - Sanatın saygıdeğer ve şahsi olduğu anlayışını benimserler
2 - Servet-i Fünun’u batılı edebiyatı tam olarak oluşturamamakla suçlarlar. Fakat konu, biçim, dil ve
anlatım yönünden Servet-i Fünunculardan hiçbir farkları yoktur. Onlar, serbest müztezatı biraz
daha serbestleştirmişler ve Servet-i Fünuncuların tam kavrayamadığı sembolist şiirin güzel
örneklerini veren şairler yetiştirmişlerdir
3 - Fransız edebiyatını örnek alırlar.
4 - Dilleri süslü, sanatlı, ağdalı ve ağırdır. Ancak Servet-i Fünunculardan daha sade bir dil kullanmış 5 - Aşk, ve tabiatı konu olarak işlemişlerdir. Aşk genellikle hissi ve romantiktir. Tabiat tasvirleri ise gerçekçi
değil, Haşim’de olduğu gibi şahsîdir.
6 - Kısa ömürlü olan bu topluluk, sembolizm, empresyonizm ve romantizm gibi akımları eserlerine
uygulamışlar, Avrupaî edebiyat ile Milli edebiyat arasında bağ oluşturmuşlardır. 7 - Şiire herhangi bir yenilik getirmemişler, Servet-i Fünun’un devamı olmaktan öteye gidememişlerdir.8 - Aruzla şiir yazan Fecr-i Âtî şairlerinin en tanınmış ve en orijinali Ahmet Haşim'dir. Sanat anlayışlarında birlik ve bütünlük oluşturamamaları ve 1911’de kurulan Milli edebiyatında etkisiyle 1912’de dağılmışlar, ferdî olarak değişik alanlarda eserler vermişlerdir.

Servet-i Fünun Edebiyatı

Edebiyat-ı Cedide (Servet-i Fünun) (1896-1901) Servet-i Fünun, daha önce Recaizade Mahmut Ekrem’in öğrencisi Ahmet İhsan tarafından çıkarılan bir fen dergisidir. Recaizade, 1895 sonlarında derginin başına Tevfik Fikret’i getirir. Tanzimat’la birlikte başlayan edebiyatı Avrupa ruhu ve tekniği içinde yenileştirme hareketi, 1896-1901 yılları arasında, Servet-i Fünun dergisi etrafında, Recaizade Mahmut Ekrem önderliğinde toplanan yeni nesille ikinci bir hamle yapmiştir. Böylelikle Recaizade Mahmut Ekrem ve Muallim Naci arasında süregelen Eski – yeni çatışması da yeni edebiyat taraftarlarının toplıluk haline gelmesiyle sona ermiştir.
Bu topluluğun oluşturduğu edebiyat koluna toplanılan dergiden dolayı “Servet-i Fünun “, bu topluluğun yeni bir edebiyat oluşturma amaçlarından dolayı da” Edebiyat-ı Cedide” adı verilmiştir.
Bu topluluğu Ali Ekrem, Cenap Şahabettin, Süleyman Nazif, Mehmet Rauf, Tevfik Fikret, Hüseyin Cahit, Ahmet Hikmet, Faik Ali, Celâl Sahir, Hüseyin Suat oluşturur. Sonradan Halit Ziya da bu gruba katılmıştır.
Şiir, roman, hikâye, tiyatro, tenkit ve hatırat türlerinde başarılı eserler veren Servet-i Fünun temsilcilerinin en tanınmışları, Şiirde Tevfik Fikret, Cenap Şehabettin, Süleyman Nazif; Roman ve hikâyede Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Hikmet Müftüoğlu'dur.
1901’de Hüseyin Cahit Yalçın’ın Fransızcadan çevirip yayımladığı “ Edebiyat ve Hukuk “ adli yazının Fransız devrimini övdüğü gerekçesinden dolayı Servet-i Fünun dergisinin kapatılmasıyla topluluk da dağılır. ÖZELLİKLERİ
1 - Dönem, 2. Abdülhamit’in istibdat dönemidir. Dönemin bu özelliği sebebiyle edebiyatçılar içe dönük
davranmış, kişisel konuları, içliliği, aşkı, karamsarlığı, hayal kırıklığını, tabiat güzelliklerini, melânkoliyi
ve üzüntüyü işlemişler; toplumsal sorunlara değinmemişlerdir. Adeta yüksek zümre edebiyatı gibidir.
Bunda Recaizade’nin büyük etkisi vardır.
2 - Fransız edebiyatının özelliklerini büyük ölçüde Türk edebiyatına adapte etmeye çalışmışlardır.
Fransız realizmi örnek alınmıştır. Topluluğun üslûbu süslü ve sanatlı; ruh ve ifade tarzı ise Avrupai'dir
3 - Tanzimat döneminde başlayan ve benimsenen, dildeki yabancı unsurları ayıklayarak sade Türkçeye
geçiş hareketi bu devirde durmuş, Arapça ve Farsça kelimelere yeniden itibar edilmeye başlanmıştır. 4 - Tanzimatçıların birinci dönem sanatçıları, sanat toplum içindir prensibini benimserken, Servet-i
Fünuncular ise Tanzimat’ın ikinci dönemindeki gibi sanat sanat içindir prensibi ile hareket
etmişlerdir. 5 - Şiirde aruz vezni kullanılmakla birlikte, nazım şekillerinde ve konularda büyük yenilikler yapılmıştır.
nazmı nesre yaklaştırmışlar, beyit bütünlüğü yerine konu bütünlüğünü esas almışlardır. Bir cümle
birkaç dizede/beyitte dağıtarak şiirin dilini konuşma diline yaklaştırmışlar ( Verb rible . 6 - Fransız şiirinden alınan sone ve terza-rima gibi şekiller ve serbest müstezat çokça kullanılmıştır.
Kafiyede kulak kafiyesi benimsenmiştir. Romanda ve hikâyede batılı anlamda başarılı örnekler
verilmiştir. Romanda tahlile ve teferruata yer verilmiş, modern kısa hikayenin ilk örnekleri bu
dönemde şekillenmiştir.7 - Roman ve hikâyede olaylar ve kişiler tamamen İstanbul'a, seçkin tabakaya aittir. Romanda realizmden,
şiirde parnasizm ve sembolizmden etkilenmişlerdir.
8 -Bu dönemde gazetenin yerini dergiler almıştır: Servet-i Fünun, Malûmat, Mektep, Mütalâa, Hazine-i
Fünun, Resimli Gazete..Servet-i Fünun edebiyatına katılmayarak gene batılı anlayışla eserler verenler arasında Ahmet Rasim hatırat türü ile, Hüseyin Rahmi Gürpınar İstanbul'u anlatan romanları ile yeni Türk edebiyatını desteklemişlerdir. Dönemin SanatçılarıTevfik Fikret (1867-1915): Recaizade ve Hamit’in tesiriyle batılı şiire yönelmiştir. Servet-i Fünun’un şiirdeki en önemli temsilcisidir. Ilk şiirlerinde ferdî konulari (aşk, acima, hayal kirikligi...) işler topluluktan ayrı yazdığı şiirlerde toplumsal konulara yönelir. Bu anlayişla yazdigi şiirlerinde temalar, hürriyet, medeniyet, insanlik, bilim, fen ve tekniktir. Sis, Halûk’un Vedaı, Tarih-i Kadim, Halûk’un Amentüsü adlı şiirlerinde bu konuları işler. Sanatının bu ikinci döneminde dinlere de cephe alır, kutsal olan her şeye karşı çıkar, hatta İstanbul'a dahi küfreder (Sis). Fikret, aruzu Türkçeye başarıyla uygulamıştır. Serbest müstezadı geliştirerek serbestçe kullanmıştır. İlk dönemde dili oldukça ağırdır. Şiiri düz yazıya yaklaştırmıştır. Ahenge büyük önem verir. Şiirlerinde şekil bakımından parnasizmin etkisi görülür. “Şermin”, onun çocuklar için ve heceyle yazdığı şiirlerden oluşan bir eseridir.Eserleri: Rübab-ı Şikeste, Halûk’un Defteri, Rübabın Cevabı, Tarih-i Kadim, Doksanbeşe Doğru Cenap Şahabettin (1870-1934): Servet-i Fünun’un Tevfik Fikret’ten sonra en önemli şairidir. Asil meslegi doktorluktur. Ihtisas için gittigi Fransa’da tıptan çok şiirle ilgilenerek sembolizmi yakından takip etmiş ve bu akımdan etkilenmiştir. Şiirde kelimeleri müzikal değerlere göre seçerek kullanır. Dili oldukça ağırdır. Bilinmeyen Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalar kullanır. Duygu ve hayal yüklü tamlamalar kurar. Serbest müstezadı çok kullanmıştır. Aynı şiirde birden fazla aruz kalıbı kullanmıştır. Aşk ve tabiat değişmez konularıdır. Sanatı, sanat, hatta güzellik için yapmıştır. Bolca semboller kullanmış, tabiatla iç dünyanın kompozisyonunu çizmiştir. Düz yazıları da vardır: Hac Yolunda, onun gezi yazısıdır. Suriye Mektupları ve Avrupa Mektupları da gezi türündedir. Diğer nesirleri: Evrak-ı Eyyam, Nesr-i Harp, Nesr-i Sulh, Tiryaki Sözleri (kendi vecizeleri) Tiyatro eserleri: yalan (dram), Körebe (komedi) Halit Ziya Uşaklıgil (1867-1945): Servet-i Fünun’un roman ve hikâyede en ünlü edebiyatçısıdır. Süslü, sanatlı ve ağır bir dili ve üslûbu vardır. Batılı anlamdaki ilk romanları yazmıştır. Realizmden etkilenmiştir. Romanlarında aydın kişileri anlatır. Mai ve Siyah’taki Ahmet Cemil, Servet-i Fünun sanatçısının temsilcisidir. Kahramanları yaşadıkları çevreye uygun anlatır ve ruh tahlillerine önem verir. Hikâyelerinde Anadolu hayatına ve köy ve kasaba yaşayışına, romanlarında yalnız İstanbul'a yer verir. Anı ve mensur şiir türünde eserleri de vardır. Romanları: Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar, bir Ölünün Defteri, Ferdi ve Şürekası, Sefile... Hikâyeleri: İzmir Hikâyeleri, hikâye-i Sevda, Kadın Pençesi, Onu Beklerken, Aşka Dair... Hatıraları: Saray ve Ötesi, Kırk Yıl, Bir Acı Hikâye Mehmet Rauf (1875-1931): Servet-i Fünun romanının ikinci önemli ismidir. Roman, hikâye ve tiyatro türünde eserleri vardır. Romantik duyguları, hayalleri ve aşkları işlemiştir. Sosyal hayata pek yer vermemiştir. Arzu, ihtiras ve aşk maceraları temel konularıdır. Romanlarında psikolojik tahlillere önem vermiştir. Dili sadedir. En önemli eseri Eylül’dür. Roman edebiyatımızdaki ilk psikolojik roman olarak bilinir. Konusu yasak aşktır. Şahıs sayısı azdır. Psikolojik tahliller başarılıdır. Romanları: Eylül, Ferda-yı Garam, Genç Kız Kalbi, Define, Son Yıldız, Kan Damlası. Hikâyeleri: Son Emel, Bir Aşkın Tarihi, Üç Hikâye, Hanımlar Arasında, Menekşe. “Siyah İnciler” ise mensur şiirlerinden oluşur.

Tanzimat Edebiyatı

TANZİMAT EDEBİYATI

19 Yüzyılın ikinci yarısından sonra Osmanlı ordusu her alanda yenilmeye başladı Her savaştan sonra büyük ölçüde toprak kaybediliyordu Bu durumdan kurtulmanın tek çaresi olarak dönemin sadrazamı Mustafa Reşit Paşa Padişah Abdul Mecid’e batılı anlamda düzenlemeler yapmayı önerdi
Bu düzenlemeler 1839’da Gülhane Parkı’nda yeniden düzenleme, tanzim etme anlamına gelen “Tanzimat Fermanı” adlı resmi belge ile halka ilân edildi
Bu olaydan sonra Osmanlı sınırları sonuna kadar batıya açıldı Türk aydını batıyı tanıma olanağı buldu İlk öğretim zorunlu hale getirildi.Tıp fakültesi ( mekteb-i tibbiye), erkek öğretmen okulu ( Darü’l muallimin ), kız öğretmen okulu ( Darü’l muallimat ), Darü’l Fünun ( üniversite ), Mektebi mülkiye ( siyasal bilgiler okulu ), Mektebi hukuk açıldı
Azınlıklara yeni haklar verildi ,Askerlik, adalet, vergi belirli kurallara bağlandı Padişah kendi yetkilerini kanunla sınırlandırdı.
Devletin her alanında görülen değişim ve gelişmelere paralel olarak edebiyatta da bir değişimin hazırlıkları başladı
Bu dönem edebiyatını da üç kısımda inceleyebiliyoruz

I – HAZIRLIK DÖNEMİ
1839 -1850 yılları arasında Akif Paşa, Sadullah Paşa, Mütersim Asım, Etem Pertev Paşa gibi aydınların batı edeiyatından çevirileriyle batı etkisindeki edebiyatın hazırlık dönemi başlamıştır İlk olarak Yusuf Kânil Paşa Fenelon’dan “Telenaque” adlı eseri Türkçeye çevrildi. Bunu Victor Hugo’dan “Sefiller (Mağdurun Hikayesi), Daniel Defo’dan Robinson Crusse ..gibi çeviriler izledi İlk yarı resmi gazete olan “Ceride-i Havadis” yayın hayatına başladı. 28. Mehmet Çelebi’nin gezi notlarının yer aldığı “Sefaretname”adlı eser yayınlandı, Böylece Tanzimat edebiyatının temelleri atılmış oldu.

2 - 1. DÖNEM TANZİMAT EDEBİYATI
1860’da Şinasi^nin çıkardığı ilk özel gazete olan Tercüman-ı Ahval” gazetesinin çıkmasıyla başlamıştır, 1880’e kadar sürmüştür.
Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal, Şemsettin Sami, Ahmet Mithat Efendi…gibi aydınların başlattığı toplumsal bir edebiyattır. Öncelikle gerek dil gerekse konu alarak halkın çoğunluğundan uzak olan divan edebiyatı yerine dili daha sade ve toplumsal konuları işleyen bir edebiyat oluşturma hedeflenmiştir.
Hikâye, roman, anı, deneme, tiyatro, söyleşi, makale ve eleştiri gibi yazı türleri bu dönemde edebiyatımıza girmiş ; ilk hikâye “Letaif-i Rivayet” Ahmet Mithat Efendi tarafından, ilk roman “Taaşşuk u Talat ve Fitnat” Şemsettin Sami tarafından ilk tiyatro örneği “Şair Evlenmesi” , ilk makale “Tercumanı Ahval Mukaddimesi” Şinasi tarafından yazılmıştır. Noktalama işaretleri de ilk olarak bu dönemde Şinasi tarafından “Şair Evlenmesi”nde kullanılmıştır.
ÖZELLİKLERİ :
1 – Klasik Türk edebiyatının nazım biçimleri olan gazel, kaside, murabba ve terkib-i bent…gibi nazım
biçimlerinde toplumsal konuları işleyerek yenilikçi bir edebiyatın temellerini atmışlardır.
2 –“Sanat, toplum içindir “ ilkesini benimseyerek vatan, millet, adalet, hürriyet, namus, vicdan ..gibi
toplumsal kavramları edebiyatımızda işlediler.
3 – Sanatçıları yenilikçi, Avrupa özellikle Fransız kültüründen etkilenmiş politik kişilerdir.
4 - Dili kısmen sadeleştirmiş ve divan şiirine konu bakımından yenilik getirmişlerdir.
5 – Klasisizmin ve romantizmin etkisinde kalmışlardır.

3 - II. DÖNEM TANZİMAT EDEBİYATI
Edebiyatta tolumsal konuları işlemenin güçleşmesi sonucunda birinci dönem Tanzimatçılarının başlattığı yeniliği devam ettirmekle birlikte daha çok kişisel konuları işleyen ikinci bir kuşak yetişmiştir 1880 – 1895 yılları arasında edebiyata hakim olan bu kuşağa “2. Tanzimatçılar” adı verilmiştir.
Abdulhak Hamit Tarhan, Recaizade Mahmut Ekrem, Sami Paşazade Sezai, Şemsettin Sami , Nabizade Nazım ..gibi kişilerin oluşturduğu bu edebiyat akımı tanzımatçıların aksine politikadan uzak tamamen edebiyatla uğraşan kişilerdir.
ÖZELLİKLERİ
1 – Batı edebiyatı ndan yeni nazım şekilleri getirerek Divan edebiyatının şekil özelliklerini yıkmışlardır.
2 – “Sanat, sanat içindir “ ilkesinden hareketle sanat yapmayı ön plana alıp kişisel konuları işledikler ölüm ve
metafizik konularına ağırlık vermişlerdir
3 – Sanat yapma amacıyla şiire yeni duyuş ve mecazlar sokarak dili iyice ağırlaştırmışlardır.
4 – Realizm ve natüralizm akımlarının etkisinde kalmışlardır

XIX. yy Türk Edebiyatı (İlk Yarı)

. YÜZYIL EDEBİYATI

Bu yüzyıl hem Osmanlı hem de Avrupa’da yaşayan Türkler için zor bir yüzyıl olmuştur.
Asya Kıtasında yaşayan Türkler aralarında birlik sağlayamadıklarından Çarlık Rusya’sının egemenliği altına girdiler; Osmanlı İmparatorluğu ise Rönesansla gelişen batı karşısında gerilemenin sancılarını çekmektedir.
Sanayi ile gelişen Avrupa kendine yeni hammadde pazarı bulma ve yeni sömürgeler oluşturma amacıyla Osmanlı içinde iç karışıklıklar oluşturarak devleti içten çökertme çalışmalarına başlamıştır. Bunun sonucu olarak Osmanlı içindeki azınlıklar isyana başlamış devlet bu durumdan kurtulma arayışına girmiştir
Bu amaçla yeniçeri ocağı yıkılıp “Nizam-i Cedid “ kurulur, halkla iletişim kurma amacıyla ilk resmi gazete olan “ Takvim – i Vakay i” çıkarılır ( 4 Kasım 1931)
Bu dönem edebiyatı 19. yüzyılın ilk yarısı ve ikinci yarısı yanı Batı etkisinde gelişen edebiyat dönemi olmak üzere iki kısma ayrılır.



19 YÜZYILIN İLK YARISINDA TÜRK EDEBİYATI.
Bu yüzyılda divan edebiyatı önemli bir şair yetişmediğinden önce duralama sonra da gerilemeye başlar Yenişehirli Avni, Enderunlu Vasıf, Keçeci zade İzzet Molla ve Leskofçalı Galip gibi kişiler yetişmişseler de Bunlar eskiyi tekrarla kalmış özellikle Nedim’in başlattığı mahallileşme hareketi ile divan şiiri halk şiirine yaklaşmaya başlamıştır .
Halk şiiri alanında Bayburtlu Zihni, Dadaloğlu, Seyrani ve Erzurumlu Emrah gibi kişiler yetişmiş Bunlar da bir önceki yıllardaki ozanları aşamamışlardır .
Halk şiiri ile divan şiiri arasındaki paslaşma bu yüzyılda da sürmüş, halk ozanları örgütlenmeye başlamıştır. Halk ozanları örgütlenmeye başlamıştır.
Nesir alanında da sadeleşme devam etmiş; özellikle tercümeler etkili olmuştur Mütercim Âsım Efendi Füruzabâdi2nin “Kamus’l Muhid” adlı eserini Arapçan Türkçeye çevirerek ün kazanmıştır.

XVIII. yy Edebiyatı

18. YÜZYIL TÜRK EDEBİYATI
Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu Karlofça Antlaşmasının ağır şartları altında toprak kayıplarıyla gerilerken Özellikle İstanbul’da oluşturulan lale bahçeleri, köşkle ve kasrlarla zevk ve eğlence hayatı devam etmiştir.
Dönemin zev ve eğlence hayatını şiirlerinde yansıtan Nedim,halk şiirindeki koşmalardan etkilenerek ortaya çıkardığı şarkılarıyla ün kazanmıştır.
Divan edebiyatının zevk ve eğlence şairi olarak bilinen Nedim halk deyimlerini yaşadığı çevreyi ve yerli yaşamı Kendine özgü benzetmeleriyle şiire sokarak “Mahallileşme” ( yerli hayata dönüş)hareketini başlatmıştır Bu aynı zamanda 16. yüzyılda başlayan Türki basit akımını da ilerletmek tir.
18. yüzyılda Sebk i Hindi akımının en önemli temsilcisi ve divan şiirinin son ustası Şeyh Galib de bu dönemin ünlü divan şairidir. Ancak divan edebiyatı Nedim şeyh Galib gibi ünlü şairlere rağmen gerilemeye başlamıştır
Bu dönemde divan şiiri ile halk şiiri arasındaki etkileşmeler iyice artmış divan şairleri türkü ve koşmalar yazmış halk şairleri gazellerle divanlar oluşturmuştur.
Halk edebiyatı bu yüzyılda Aşık Sipahi, Aşık Ali Aşık Bağdadi Öksüz Ahmet…gibi çok sayıda sanatçı yetiştirmesine rağmen altın çağını yaşayan 16. yüzyılı aşamamış bir bakıma yerinde saymıştır Ancak bu dönemde halk edebiyatı ürünleri sözlü olarak kalmayıp cönk ve mecmualarla yazılarak meraklılarının elinde korunmuştur.
Tasavvuf edebiyatı alanında Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi ünlü şair ve matematik alimi yetişmiş Ünlü eseri “MARİFETNAME” yi yazmıştır.
Nesirde sadeleşme bu yüzyılda hızlanmıştır.
MAHALLİLEŞME :
Halk deyimlerini yerli konuları toplumsal yaşamı o güne kadar şiirde kullanılmayan halk deyimlerini söz ve benzetmeleri şiire sokarak Halh dili ve toplumsal yaşamdan uzak olan divan şiirini yerli hayata dönüştürme hareketidir.
Şiirin dilini sadeleştirerek geniş halk kitlelerinin şiiri anlamasını sağlamaya yönelik olarak başlatılan “Türk–i Basit “ hareketinin ilerlemiş şekli de sayılabilir
Böylelikle Nedim divan şiirindeki kalıplaşmış söz ve benzetmeleri değiştirerek bu şiiri tek düzelikten kurtarıp daha somut bir şiir olmasını başlatmıştır.

XVII. yy Edebiyatı

17. YÜZYIL EDEBİYATI
Bu yüzyılda batıda Rönesans ve reform hareketleri yaşanırken Osmanlı imparatoluğuiç karışıklıklar ve disiplinsizlikler yüzünden gerilemeye başlamıştır.
Ancak edebiyat alanında önceden güçlü temeller atıldığı için bu gerilemelerden etkilenme olmamış aksine ilerlemeler devam etmiştir.
Divan edebiyatında şiir alanında büyük kaside şairi Nefi , düşünce yanı ağır basan “Hikeni “ tarzında Nabi, “ Sebki Hindi” akımının etkisinde şiir yazan Naili ve Neşati gibi şarler yetişti.
Bu yüzyılda divan nesri de üç alanda devamını sürdürdü. Sade nesirde : Evliya Çelebi, Naima ve peçevi ; orta nesirde: Kâtip Çelebi, süslü nesirde Veysi ve Nergisi gibi ustalar önemli eserler verdiler.
Halk edebiyatı da Karacaoğlan, Gevheri, Aşık Ömer, ve Kayıkçı Kul Mustafa gibi ozanların Türkçenin incelikleriyle beslenen üstün eserleriyle altın çağını yaşamıştır. Ancak halk edebiyatı bu dönemde Klasik Türk edebiyatından etkilenmiş Bazı halk ozanları divan şiiri tarzında eserler de vermiştir.
“ Kerem ile Aslı “ hikâyesi bu yüzyılda oluşmuştur
Dönemin toplumsal ve siyasi gelişmelerinden dolayı daha çok toplumsal konular işlenmiştir.

HİKEMİ TARZI : 17.yüzyılda Nabi’nin geliştirdiği bilgi ve öğüt verme yanı ağır basan Atasözü ve derin düşünceler içeren cümlelerin çok kullanıldığı didaktik şiir tarzıdır.
“SEBK-İ HİNDİ ( Hint tarzı ) İran’da doğup Hindistan’da gelişen bir akımdır. Safavi devleti zamanında İran’daki baskılardan bunalıp daha serbest yazabilmek için Hindistan’a giden İranlı şairler tarafından oluşturulmuştur.En önemli ustaları Tebrizli Saib ile Buharalı Şevket!tir.
17. yüzyılda Naili ve Neşati 18. yüzyılda Şeyh Galib bizde bu akımın etkisiyle şiirler yazmışlardır.
19. yüzyılda Fransa’da başlayıp bizde Ahmet Haşim tarafından uygulanan “Sembolizm” bu akımı andırmaktadır.
ÖZELLİKLERİ :
1- Soyut ve sembolik anlatıma yer verilir.
2- Hayal unsuru ön plandadır.
3 – Istırap yönü ağır basar.
4 – Uzun cümle ve tamlamalarla süslü anlatıma önem verilir.
Bu akımın divan şiirine getirdiği yenlikler olarak söz oyunları yerine anlam oyunları ve anlam derinliğine önem verme, açık ve düz söyleyiş yerine mecazlarla yüklü güç anlaşılır geniş hayallerle yüklü bir anlatım sayılabilir..

XVI. yy Edebiyatı

XVI. YÜZYIL EDEBİYATI

Bu yüzyıl Osmanlı Devletinin her alanda güçlü olduğu dönemdir Özellikle bilim, kültür, sanat ve edebiyat alanında önemli gelişmeler olmuş padişahların kendileri de edebiyatla uğraştıkları için ( Y. Sultan Selim, Kanuni ) edebiyatçıları koruyup sanatlarını rahatlıkla icra edebilecekleri ortamı sağlamışlardır.
Bu yüzyıl Divan şiirinin İran şiirinin etkisinden kurtulup kendi geleneğini oluşturduğu bir
yüzyıldır. Şiirleriyle dünya edebiyatının klasikleri arasına giren Fuzûli, Kanunu Sultan Süleyman’dan iltifatlar gören Bâki bu yüzyılda yetişmiştir. Hatta Bâki
Cihanı-câm-ı nazmım şi’i Bâki gibi devr eyler
Bu bezmin şimdi biz de Câmi- i devranıyız câna
( Câm’ın sarhoş edici kadehe benzeyen şiiri ölümsüz gibi dünyayı dolaşır; şimdi biz de bu devrin Câmi’siyiz ) diyerek kendisinin İran şairleriyle aynı dereceye geldiğini söyler.
Bu yüzyılda şairler aruz ölçüsünü daha da ustalıkla kullanmaya başladılar. Dile Arapça, Farça sözcükler çokça girdi, Türkçe sözcükler azalmaya başladı Bu durum Tatavlalı Mahremi, ve Edirneli Nazmi gibi bazı şairleri rahatsız etmiş Bu şairler XV. Yüzyılda Aydınlı Visali’nin başlatmış olduğu “Türki-i Basit” sürdürerek Türkçe yazmak gerektiğini savunmuşlardır. Ancak bu şairlerin Fuzûli ve Bâki kadar güçlü olmayışları Türkçe kelimelerin aruza fazla uymaması bu akımın başarılı olmasını engellemiştir. Tatavlalı Mahremi’den bir örnek
“Gördüm seğirdir ol ala gözlü geyik gibi
Düştüm saçı tuzağına bön üveyik gibi
İslam öncesi ozan, baksı geleneğinin bir devamı sayılan Aşık Tarzı Türk edebiyatı da bu yüzyılda gelişmeye başlamış Âşık adı verilen şairlerin saz eşliğinde söyleyip anlattıkları şiir ve halk hikâyeleriyle yüzyılın örneklerini vermişlerdir. Pir Sultan Abdal, Köroğlu Âşık Garip bunlardan başlıcalarıdır.
Bu yüzyılda nesir alanında da dikkate değer çalışmalar yapılmıştır. Tezkire türünde : Seyhi Bey, Latifi , Âşık Çelebi; Tarih türünde : Hoca Sadettin, Lütfi Paşa, İbni Cemal ve Selankli Mustafa Paşa; coğrafya türünde :Seydi Ali Reis, Piri Reis; anı türünde: Babür Şah öneml eserler vermişlerdir

TÜRKİ- İ BASİT: XV. Yüzyılda Aydınlı Visali’nin Başlattığı akım olup dilde Türkçe sözcüklere daha çok yer vermeyi Arapça, Farça tamlamalar yerine Türkçe deyimler kullanmayı atasözleri ve halk deyişlerine yer vererek divan edebiyatının dilini her kesimin anlayacağı dil haline getirmeyi amaçlamıştır
ÂŞIK EDEBİYATININ GENEL ÖZELLİKLERİ
1 – Halkımızın “âşık” adını verdiği saz çalarak şiir söyleyen ozanların şiirlerinden oluşur.
2 – Eserler İrticalen oluşturulur. Cönk ya da mecmuada toplanır.
3 – Son dörtlükte şairin adı ya da mahlası geçer.
4 – Dili yalın , her kesimin anlayacağı Türkçedir, yöresel söyleyişlere yer verilir.
5 – Nazım birimi dörtlüktür.
6 – Hece ölçüsü yazılır ve daha çok yarın uyak kullanılır.
7 - Koşma semai, varsağı ve destan gibi türleri vardır Koşmalar işlediği konuya göre güzelleme,
taşlama, ağıt ve koçaklama gibi adlar alırlar

Divan Edebiyatında Düzyazı Biçimleri

DÜZYAZI BİÇİMLERİ  Divan edebiyatında üç tür düzyazı biçimi vardır. Yalın düzyazı, süslü düzyazı ve orta düzyazı. Yalın düzyazıda halkın konuştuğu dil kullanılmış, halk kitapları, halk öyküleri, Kur’an tefsirleri, hadis açıklamaları bu türde yazılmıştır. Süslü düzyazıda hüner ve marifet göstermek amaçlanmıştır. Bu türe genellikle medrese öğrenimi görmüş, Osmanlıca’yı iyi bilen yazarlar yönelmiştir. Çok uzun cümlelerin, bol söz ve anlam oyunlarının göze çarptığı bu türün en belirgin örneklerini Veysi ve Nergisi vermiştir. Süslü düzyazıda çok ürün verilmiş bir alan da tezkire’dir. Bu türün ilk klasik örneğini, 16. yüzyılda Aşık Çelebi yazmış ve tezkire geleneği 19. yüzyılda Fatih Efendi’ye değin sürmüştür. Orta düzyazı ise, divan edebiyatının hemen hemen bütün klasik yazarlarının yazdığı bir türdür. Belirgin özellikleri, söz ve anlam oyunlarından, hüner ve marifet göstermekten kaçınılmış ve içeriğin ön planda tutulmuş olmasıdır. Özellikle tarih, gezi, coğrafya ve din kitapları bu türde yazılmıştır. Din dışı konularda düz yazı Tezkire  Ünlü kişilerin yaşam öykülerinin toplandığı yapıt. Şairlerin yaşam öykülerini anlatanlara Tezkiretü’ş-şuara ya da tezkire-i şuara, din adamlarının yaşam öykülerini anlatanlara tezkiretü’l evliya, hattatların yaşam öykülerini anlatanlana tezkiretü’l-hattatin, bilginlerin yaşam öykülerini anlatanlara tezkire-i ilmiye, Halvetiye tarikatı şeyhlerinin yaşam öykülerini anlatanlara tezkiretü’l- halvetiye, müzikçilerin yaşam öykülerini anlatanlara tezkire-i musikişinasan denir. Tezkireler ilk kez İran edebiyatında ortaya çıktı. Türk edebiyatının ilk tezkiretü'ş-şuara’sını Ali Şir Nevai Mecalisü'n-Nefais adıyla yazdı. Tarih Geçmiş olayları, geçmiş belli bir dönemi, belli bir kişi ya da kahramanı çevresi ve dönemiyle birlikte anlatan sanatlı düzyazı türüdür. Sefaretname  Siyasal bir görevle yurtdışına gönderilen elçilerin ya da bunların yanlarında bulunanların gittikleri yerin durumuna ve özelliklerine ilişkin izlenimlerini, görüşlerini, olayları anlattıkları yapıtlardır. En tanınmış örneklerden biri Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin Sefaretnamesi’dir. Seyahatname Yazarların gezip gördükleri yerlerden edindikleri izlenim ve bilgileri aktardıkları edebi eserlerin tümüne seyahatname denir. Temel amaç, yurtdışı ya da içinde gezilen yerlerin doğal güzelliklerini, toplumsal yaşamlarını, gelenek ve göreneklerini tanıtmaktır. Seyahatnameler çoğu kez tarihsel birer yapıt olarak görülür. Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye’si bu türe güzel bir örnektir. Siyasetname Devlet adamlarına yöneticilik sanatına ilişkin bilgiler veren edebi yapıtların genel adıdır. Genel olarak hükümdarlar için kaleme alınmış olan siyasetnamelerde onların sahip olması gereken nitelikler, saltanatın koşulları ve kuralları anlatılır. İdeal bir devlet örgütünün nasıl olması gerektiği belirtilir. Ve kötü yönetimlerin zararlı sonuçları açıklanarak, yöneticiler uyarılır. Vezirler ve emirler için yazılmış siyasetnameler de vardır. Siyasetnamelerin en ünlüsü Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün Melikşah’ın isteği üzerine kaleme aldığı Siyasetname’dir. Türk edebiyatının en önemli siyasetnamesi ise Yusuf Has Hacib’in Kudatgu Bilig adlı kitabıdır. Münazara  Karşıt iki öğenin ya da karşıt iki görüşün karşılaştırıldığı yapıtlardır. Şiir ya da düzyazı olarak yazılabilir. Ya da her iki türden bölümler içeren münazaralar da vardır. Münşeat  Mektuplardan ya da çeşitli konulardaki düzyazılardan oluşan yapıt. Kapsamına göre üçe ayrılır. Resmi yazılardan oluşan münşeatlar, genellikle devlet büyüklerince kaleme alınan çeşitli konulardaki düzyazılardır. Her türden kişiye yönelik yazı türlerinin başlıklarını, son sözlerini, bu yazılara uygun düşecek tümceleri, kullanmaları bir araya getiren münşeat. Ve son olarak şairlerin mektuplarından oluşan münşeatlar. Din konulu düz yazı Evliya tezkiresi  Din ulularının gerçek ya da efsaneleştirilmiş yaşam öyküleri ile kerametlerini anlatan yapıtlardır. İçinde İslam velilerinin yaşamlarına ilişkin bilgilerin yanında vaazlar ve ahlaki öğütler de yer alır. Sinan Paşa’nın Tezkiretü’l-Evliya adlı eseri ile Ahmed Hilmi’nin Ziyaret-i Evliya adlı yapıtları bu türün divan edebiyatımızdaki başlıca örnekleridir. Kısas-ı enbiya  Peygamberlerle ilgili kıssaları içeren yapıtların genel adıdır. İlk kısas-ı enbiya Kısai’nin 9. yüzyılda yazdığı Kitabü Kısasi’l-Enbiya adlı eseridir. Türkçe kısas-ı enbiya kitapları arasında Rabguzi’nin 1310’da Çağatay Hanı Termaşir’in emiri Nasuriddin Tokboğa’nın emriyle yazdığı Kısasü’l-Enbiya ve Ahmet Cevdet Paşa’nın Kısas-ı-Enbiya ile Tevarih-i Hulefa adlı eserleri sayılabilir.

Konularına Göre Nazım-Nesir (Divan Edebiyatı)

b. Konularına göre nazım-nesir türleri
Din dışı şiir türleri Bahariye  Baharın gelişini, doğadaki değişimleri, çiçeklerin açmasını, kelebeklerin uçmasını konu edinen kasidelerdir. Dönemlerindeki büyük kişilere sunulup ödüllendirilmek için yazılırlar. Hemen her divanda bir bahariye bulunması geleneği vardır. Hemen her divan şairinin de bir bahariyesi vardır. Cemreviye  Divan şairlerinin cemre düşmesi nedeniyle dönemlerindeki büyük kişilere sunmak için kaleme aldıkları kaside türüdür. Örneklerine az rastlanır. Cemrenin bahar müjdecisi olması nedeniyle bir bahariye niteliği de taşır. Cemreviyelere genellikle teşbib ile başlanır. Kasidenin diğer bölümlerinde bir değişiklik yapılmaz. Fahriye  Divan şairlerinin kendilerini ya da bir başka şair ya da kişiyi övdükleri şiirlerdir. Genellikle kaside türünde yazılırlar. Fahriye aynı zamanda kasidelerde şairlerin kendileriini övdükleri beyitlerin bulunduğu beşinci bölüme verilen isimdir. Mersiye  Bir ölünün ardından duyulan üzüntü ve acıyı anlatmak, ölen kişiyi övmek amacıyla kalema alınan düzyazı ya da şiirdir. Kutsal günlerde, ölüm törenlerinde mersiye okuyan kişiye de mersiyehan denir. Lirik bir anlatımın egemen olduğu manzum mersiyeler genellikle terkib-i bend biçiminde yazılır. Ayrıca kaside ve terci-i bend biçiminde yazılmış manzum mersiyeler de vardır. Yahyâ Bey, Sami Fünûnî, Rahmî, Fazlî, Nisîyi, Müdâmi’nin, Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Şehzade Mustafa için yazdıkları mersiyeler gibi. Ayrıca savaşlarda kaybedilen yerler için yazılan mersiyelere "vatan mersiyesi" denir. Hayvanların ölümü için yazılmış mersiyeler de vardır. ÖRNEK MERSİYE Şeyh Galib
Medhiye  Bir kimseyi övmek için genellikle kaside biçiminde yazılan şiir ya da düzyazıdır. Az olmakla birlikte gazel, mesnevi, musammad gibi nazım biçimlerinde mediyeler de vardır. Padişah, vezir, şeyhülislam gibi devlet ileri gelenleri ya da halifelerle, başka din ve tarikat büyükleri için yazılmışlardır. Bu türün en güzel örneğini Nef’î vermiştir. ÖRNEK MEDHİYE Nef'î Gazavatname  Gazaname olarak da bilinir. Ordunun akınlarını, savaşları, kahramanlıkları, zaferleri anlatılan düz yazı ya da şiir biçimindeki edebi türdür. Arap edebiyatında "magazi" diye bilinir. Türk edebiyatında ilk gazavatname örnekleri 15. yüzyılda yazılmaya başlanmıştır. Kâşîfi’nin Gazaname-i Rum’u bu türün örnekleri arasındadır. Sahilname  Divan şairlerinin İstanbul kıyıları ile buralardaki yerleşim yerlerini, yaşayış biçimlerini anlattıkları şiirlerinin genel adıdır. Örneklerine az rastlanır. Genellikle mesnevi biçiminde yazılmışlardır. Sâkiname  Divan edebiyatında gerçek ya da mecaz anlamıyla içki ve içki alemlerinin övülerek anlatıldığı şiir türü. Mesnevilerin bölüm sonlarında bazen sakiname başlığıyla iki beyitlik küçük parçalar olarak yer alır. Türk edebiyatında 17. yüzyılda büyük gelişme gösteren sakinamelerin ilk örneğini İşretname adlı yapıtıyla Revânî vermiştir. Kıyafetname  İnsanların fiziksel görünümlerini esas alarak karakterlerini açıklamaya çalışan eselerdir. Bu türün kıyafet bilimiyle uğraşanlarına "kayif" ya da "kıyafetşinas" adı verilir. Divan edebiyatında kıyafetnamenin ilk örneği Hamdullah Hamdi’nin ünlü Kıyafetname adlı eseridir. Bu eserde renk, boy, yanak, saç, çene, sakal, parmak gibi 26 başlık altında karakter tahlilleri yer alır. Nesîmi’nin Kıyafet-ül Firase’si de önemli bir örnektir. Surname  Şehzadelerin sünnet, kadın sultanların evlenmeleri nedeniyle yazılan şiir ya da düzyazı biçimindeki eserlerdir. Yazıldıkları dönemin toplumsal yaşamına ilişkin bilgiler de verdikleri için tarihi bir özellik taşırlar. Genellikle mesnevi ya da kaside türündedirler. Figani’nin Kanuni Sultan Süleyman’ın oğullarının sünnetini anlattığı Suriyye Kasidesi türün en iyi örneğidir. Hamamname  Hamamları, hamam eğlence ve sohbetlerini, hamamdaki güzelleri betimlemek için yazılan kaside, gazel, mesnevi gibi nazım eserlerdir. Divan edebiyatına ilk kez Deli Birader lakabıyla tanınan Gâzalî’nin Beşiktaş’taki bir hamamı anlatan şiiri ile girmiştir. Şehrengiz  Bir kenti ve o kentin güzelliklerini anlatan eserlerdir. Daha çok klasik mesnevi biçiminde kaleme alınan bu yapıtlar tevhid, münacaat, na't gibi bölümlerle başlar. Daha sonra kentle ilgili bilgiler verilir ve kente övgü düzülür. Bazen bahar ve doğa betimlemeleri yapıldıktan sonra kentin güzellikleriyle ilgili beyitlere geçilir. Divan edebiyatında ilk şehrengizi yazan Priştineli Mesihi’dir. Hicviye  Bir kişiyi, kurumu, toplumsal olayı, geleneği yeren söz, düzyazı ya da şiir türüne verilen addır. Hicviye, gazel, kaside, murabba, muhammes gibi nazım biçimleriyle yazılmıştır. Divan edebiyatında en önemli hicviyelerden biri Nef’î’nin Siham-ı Kaza’sıdır. ÖRNEK: KITA Şimdi hayl-i suhan-verân içre Nef’î mânendi var mı bir şair Sözleri Seba-i Muallâka’dır İmrülkays kendidir kâfir Şeyhüslam Yahyâ (Şair, "şairler içinde Nef’î'nin bir eşi yoktur. Onun şiirleri Kabe’nin duvarlarına asılan şiirler gibi güzeldir ve sanki o kafir, İmrülkays’ın ta kendisidir" diyor. Kafir aynı zamanda beğenmeyi ifade eder. Şeyhülislam Yahya, Nef’î’yi över gibi görünüyor ama "Seba-i Muallâka" Kabe henüz putperestlerin elinde iken oraya asılan şiirlerdir. İmrülkays ise şiirleri Kabe’de asılı ve müslüman olmayan bir şair. Sonuçta Şeyhülislam Yahya, Nef’î’yi "kafirlikle" suçluyor.) KITA Bize kâfir demiş mütfî efendi Tutalım ben anca diyem Müselmân Varılınca yarın Rûz-i Cezâya İkimiz de çıkarız anda yalan Nef’î (Nef’i de bu kıtayla Şeyhülislam Yahyâ’ya yanıt veriyor. "Müftü efendi bana kafir demiş. Tutalım ben de ona Müslüman diyeyim. Ama yarın Rûz-i Ceza’da ikimiz de yalancı çıkarız. Çünkü kafir olan kendisidir.") Hezliyat  Alaylı bir dille kaleme alınmış nazım türüdür. Kaba şakalara, taşlamalara ve sövgülere yer verilir. Hezeliyat olarak da bilinir. Hezliyatta zarif bir nükte ya da güzel bir manzum bulunur. Konu şakayla karışık alaylı bir dille anlatılır. Nev’izade Atai’nin Bahayi-i Küfri eseri bu türün örneğidir. Bayburtlu Zihni’de hezliyatın usta şairlerindendir. Tarih düşürme  Önem verilen bir olayın, yılını göstermek üzere ebced hesabıyla bir cümle, biz dize ya da beyit söyleme sanatıdır. Tarih dizesinin bütün harfleri hesaplanarak söylenenlere tarih-i tam, yalnız noktalı harfler hesaplanacaksa tarih-i mücevher, yalnız noktasız harfler esas alınacaksa tarih-i mühmel denir. Bazen dizedeki harflerin sayı değerlerinin toplamı tarihi tam olarak göstermez. Bu tür tarihlere de tamiyeli tarih denir. Muamma  Belli kurallara göre düzenlenip çözülebilen ve yanıtı tanrının sıfatlarından biri ya da bir insan adı olan manzum bilmecedir. Muamma beyit, kıta gibi küçük nazım biçimleriyle yazılır. Ama mesnevi parçalarıyla yazılmış muammalara da rastlanır. Ali Şir Nevai, Fuzûlî, Nâbî, Kınalızade Ali Efendi, Sümbülzade Vehbi ve Fitnat Hanım’ın yazdığı çok sayıda muamma vardır. Edirneli Emrî Çelebi ise 600'den fazla muammasıyla bu alanın en ünlü şairidir. Örnek: Bende yok sabr ü sükûn sende vefâdan zerre İki yoktan na çıkar fikr idelim bir kerre Nâbî (Bu beyitte yok anlamına gelen iki edat var. Bunlar "nâ" ve "bî". Bu edatlar bize beyitteki ismi veriyor. Yani Nâbî.) Lugaz  Herhangi bir nesnenin ya da varlığın özellikleri anlatılarak yazılan manzum bilmecedir. Muamma ile birlikte çok kullanılan bir söz oyunudur. Muamma’dan farkı konusunun daha geniş olmasıdır. Çoğunlukla soru biçiminde düzenlenir. En önemli özelliği içinde çözüme ilişkin ipuçlarının bulunmasıdır. Divanların son bölümlerine konur. Eğlendirici ve öğretici olanların yanısıra öğretici ve dinsel lugazlar da vardır. Lugazlar yazarlarının imzasını taşıdığından halk edebiyatındaki bilmeceden ayrılır. Bütün lugazlar, "Bir acayip nesne gördüm", "Ol nedir kimdir" ya da "Nedir ol kim" gibi kalıplaşmış sözlerle başlar. Örnek: Nedir kim ol iki yüzlü münâfık Nümâyan çihresinde levn-i âşık Gezer dünyayı hem bî-dest ü pâdır Mukim-i hâne-i ehl-i gınâdır Teâl-Allah nedir anda bu kudret Yemez içmez virir dünyaya nî’met Gehi Müslim kıyâfetle be-didâr Gehi şekl-i firengide nümûdâr Kırılsa pâre pâre olsa amma Zarar gelmez ana bir türlü kat’â Yatar zir-i zemînde hâke yek-sân Semâda adıdır mihr-i dirahşân Eğer kim olmasaydı kalbi fasîd Cihânda olmaz idi kadri kâsid Yeter vasf eyledin ol bî-vefâyı Yanından gitmese virmez safâyı Sünbülzade Vehbî (Şair bu lügazda "altın"ı anlatıyor.) Dariye  Divan şiirinde ev ile ilgili kasidelere dariye adı verilir. Divan şairlerinin caize (armağan alma) amacıyla ortaya çıkan fırsatçılıkları sonucu gelişmiş bir türdür. Bazıları gazel tarzında da yazılmıştır. Yeni yaptırılan köşk, saray, yalı benzeri binalar için yazılır. Şair eserden çok az bahseder hemen yaptıranı övmeye geçer. Binalar için hazırlanan kitabeler de bir tür dariye sayılır. Rahşiye  Atlar için yazılmış kaside. Nesib bölümünde atlar övülür. Nef’î’nin IV. Murad’ın atlarını övdüğü rahşiyesi meşhurdur. Örnek: Bâreka’llâh zih’i rahş-i humâyun-sîmâ Ki komuş nâmını sultân-ı cihan bâd-ı sabâ Ne sabâ sâika dersem yaraşır sür’atte Ki seğirdikten ana sâyesi ile pâ-der-pâ Bırakır anı dahi sâyesi gibi yolda Olsa ger şâtır-ı endişe ile pâ-der-pa Düşmeden sayesi hak üzre eder âlemi Sehv ile rakibi göserse ihâna irhâ Kuş yetişmez der idim olmasa tayyâr eğer Eremez gerdine zîrâ ki ne sarsar ne sabâ Nef'î Dini konulardaki türler Tevhid  Tanrının birliğini ve ululuğunu anlatan şiirlere tevhid denir. Genellikle kaside biçiminde yazılırlar. Tevhidde tanrının büyüklüğü, sıfatları, kudretinin sonsuzluğu, tasvir ve hayal edilebilen şeylerden soyutlanması, hiçbir şeyin ona eş ve benzer olamayışı, bütün kudret ve ilimlerin ona ait oluşu gibi özellikler sanatlı bir üslupla anlatılır. Tanrı karşısında kulun acizliği vurgulanır. En ünlü tevhid manzumesini Nâbî yazmıştır. Münacat  Konusu tanrıya yakarış olan şiir. Genellikle kaside, ender olarak da gazel, kıta, mesnevi biçiminde yazılmıştır. Türk edebiyatına 13. yüzyıldan sonra girdi. Divan şairlerinin genellikle divanlarının başına koydukları münacatların temel konusu, zayıf ve çaresiz durumdaki insanın yüce ve güçlü tanrıya yalvarıp ondan yardım istemesidir. Na’t Hazreti Muhammed’i övmek amacıyla yazılmış şiirlerdir. Hazreti Muhammed’in çeşitli özellikleriyle mucizelerinin dile getirildiği bu şiirler daha çok kaside biçimiyle yazılmıştır. Na’t’lara divanların başında tevhid ve münacaatlardan sonra yer verilmiştir. Na’t yazmakla ünlü kişilere na’t-gü, özel dinsel törenlerde na’t okuyanlara ise na’t-han denir. Fuzuli’nin "Su Kasidesi divan edebiyatının en tanınmış na’t’ıdır. Türk tasavvuf müziğindeki bir form da bu adla bilinir. Maktel-i Hüseyin  Hazreti Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilişini konu alan ve acıklı bir üslupla yazılan eserlerin tümüne verilen isimdir. Daha çok Şii yazarlar tarafından kaleme alınmıştır. Lirik-didaktik bir üslupla ve yalın bir dil kullanılarak yazılmışlardır. Türk edebiyatındaki en en önemli Maktel-i Hüseyin, Fuzûlî’nin yazdığı Hadikatü’s-Süeda adlı eserdir. Miraciye  Hazreti Muhammed’in göğe yükselişini konu alan edebi yapıtlardır. Tek başına bir kitabın konusunu oluşturabildiği gibi, eserler içinde bölümler halinde de yer alır. Genellikle kaside ve mesnevi şeklinde yazılmıştır. Miraciyelerde coşkulu bir söyleyiş, didaktik özellikler ve sanatlı bir üslup egemendir. Cumhuriyet döneminde Abdullah Azmi Yaman’ın yazdığı Miraciye bu türe örnektir. Hilye  Hazreti Muhammed’in fiziksel ve kişisel özellikleriyle örnek davranışlarını konu alan eserlere "hilye" denir. Zamanla hilye'nin kapsamı genişlemiş halifeler için de hilyeler yazılmıştır. Divan edebiyatında bu türün ilk örneği Hakani’nin Hilye-i Hakani’sidir. Zamanla hilyelerin levhalara hattatlar tarafından yazılması geleneği de ortaya çıkmıştır. Mevlid Hazreti Muhammed’in doğumunu ve kısaca yaşamını övgüyle anlatan yapıtlardır. Dinsel Türk müziğinin doğaçlama türlerinden biri de bu isimle bilinir. Mevlidler çoğu zaman mesnevi biçiminde düzenlenmiş, halkın anlayabileceği yalın bir dille yazılmıştır. İlk özgün mevlid Ebu’l-Cevzi tarafından yazılmıştır. İlk Türkçe mevlid ise Süleyman Çelebi’nin eseri olan Vesiletü’n-Necat’tır. Kırk hadis  Belli bir konu çerçevesinde toplanmış 40 hadisten oluşan yapıtlara verilen isimdir. Hadis-i erbain ya da erbaun olarak da bilinir. Hadislerin belli başlı konuları Kur’an’ın erdemleri, İslamın şartları, Hazreti Muhammed ve sahabesi, zikir, dua, salat ve selam, ziyaret, bilim ve bilgin, siyaset, hukuk, toplumsal, ahlaki yaşam ve tıptır. Divan edebiyatında hat kaygısıyla yazılmışlardır. Menkıbname  Ya da menakıbname olarak adlandırılır. Kahramanların, din büyüklerinin, tarikat kurucularının, ermişlerin olağanüstü yaşamlarını ve kerametlerini anlatan yapıtlardır. Türk edebiyatında 100’ü aşkın menkıbname yazılmıştır. Bu yapıtlar içerik yönünden ya bir tarikatla ilgilidir, örneğin Sakıb Bey’le Mustafa Dede’nin Sefine-i Nefise adlı eseri gibi. Ya da bir ermişi konu edinir, örneğin Müstakimzade Süleyman Saddedin’in Menkıb-ı İmam-ı Azam’ı gibi. Kıssa  Öğüt verici ve öğretici öykü, fıkra, masal, menkıbe türü eserlere kıssa adı verilir. Çoğul söylenişi kısas’tır. Kıssa anlatanlara kıssa-han ya da kıssa-gü denir. En yaygın örnekleri peygamberlerle ilgili kıssaları anlatan kitaplardır. Divan edebiyatında Ahmed Cevdet Paşa’nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Huleyfa adlı kitabı önemli bir kıssa örneğidir. Divan edebiyatında daha çok mesnevi türünde kaleme alınmışlardır. Düzyazı biçimli kıssalar da vardır. Bunlarda kullanılan dil çok daha sadedir.

Divan Edebiyatı Nazım Biçimleri

DİVAN EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ a. Biçimlerine göre
 Divan şiiri, nazım biçimleri bakımından zengindir. Nazım biçimleri beyit ve bend temeline dayanır. Beyit temeline dayananlar "aynı" ve "ayrı" uyaklı (kafiyeli) olmak üzere ikiye ayrılır. Aynı uyaklıların başlıcaları "gazel", "kaside" ve "müstezat"tır. Ayrı uyaklı tek nazım biçimi ise "mesnevi". Bend’lerden oluşan nazım biçimleri de tek bendli ve çok bendli olarak ikiye ayrılır. Tek bendliler "rubai" ve "tuyuğ", çok bendliler ise "musammat" ana başlığı altında toplanan "murabba", "şarkı", "muhammes", "tahmis", "tardiye", "tasdir", "müseddes", "tesdis", "müsebba", "tesbi", "müsemmen", "tesmin", "muaşşer", "taşir", "terkib-i bend", "terci-i bend"dir. Bunun dışında "müfred" (tek beyit) ve "azade" de (tek mısra) anılabilir.
Uyak (kafiye)
 Şiirde dize sonlarındaki ses benzerliğidir. Türk halk şiirinde ayak olarak adlandırılır. Uyakta ses açısından benzeşen sözcüklerin anlam bakımından farklı olmaları gerekir. Şiirde ses benzerliği yoluyla uyum sağlamak ve genellikle okuru etkilemek amacıyla kullanılan uyak, sözlü edebiyat ürünlerinde hatırlamayı ve ezberi kolaylaştıran bir öğedir. Ses benzerliğinin niteliğine göre uyaklar çeşitli türlere ayrılır. Yalnızca bir ünsüzün (sessiz) benzeştiği uyaklara "yarım uyak" denir. En az bir hecedeki ünlü (sesli) ve ünsüzün benzediği uyaklara "tam uyak" ya da "yalın uyak" adı verilir. Birden fazla hece arasındaki ses benzerliği ise "zengin uyak"tır. Yazılış ve söylenişleri aynı olduğu halde, anlamları farklı olan sesiz sözcüklerle ya da bu sözcüklerin yan yana gelmesiyle yaratılan ses karmaşası sonucu ortaya çıkan benzerliğe "cinaslı uyak" denir. Uyak, divan edebiyatında aruz kadar büyük önem taşır. Divan şiirini belirleyen temel ilkelerden biri uyak düzenidir. Beyit  Şiirde sonları uyaklı, iki dizeden oluşan, kendi içinde bağımsız bir yapısı ve anlam bütünlüğü bulunan birimdir. Bir beytin her dizesi kendi içinde bir bütün olabildiği gibi, birinci dizedeki anlam ikinci dizede de sürebilir. Beyit uzun şiirlerde anlatım birimi olarak sık kullanılır. Güçlü ve özlü söyleyişlere uygun olduğu için bağımsız tek bir şiir olarak da yazılabilir. Ya da başka şiir biçimlerinin bir parçası olarak ele alınabilir. Divan edebiyatı beyit temeline dayalıdır. Divan edebiyatında, bir beyitteki iki dize kendi içinde iki parçaya ayrılır. Birinci dizenin ilk parçasına sadr, son parçasına aruz ya da harb denir. İkinci dizenin ilk parçası ibtida, son parçası acz ya da darb'dir. Sadr ile aruz, ibtida ile acz arasında kalan bölüm haşv olarak isimlendirilir. Uyaklı bir beyite "beyt-i musarra", uyaksız olanlara "ferd" ya da "müfred" denir. Divanlarda müfredler müfredat adıyla ayrı bir bölümde toplanır. Uyaklı beyitlerin olduğu bölüme de "metali" denir. Örnek beyit: Biz bülbül-i muhrik-dem-i şevkâ-yı firaakız Âteş kesilür geçse sabâ gül-şenimizden Selimî (Padişah 2’nci Selim) Mısra (dize)
 Manzum edebiyat yapıtlarının her bir satırına verilen isimdir. Bir ölçüye uygun olarak söylenmiş beytin yarısına da mısra denir. En küçük anlamlı nazım birimi olan mısra, bir şiirin parçası olabileceği gibi, bağımsız bir bütün de olabilir. Yani tek mısralık şiirler de olabilir. Divan edebiyatında kendi içinde bir bütün oluşturan mısralara mısra-i azade (bağımsız mısra) adı verilir. Ayrıca bir beyitin birbirinin anlamlarını tamamlayan ya da aralarındaki anlam bağı kesin olmayan mısralarına da aynı isim verilir. Yetkinliği, sağlam yapısı, özlü ve çarpıcı anlatımıyla dikkat çeken, her zaman kolayca anımsanabilen, dilden dile dolaşan mısralara "mısra-i berceste" ya da şah-mısra denir. Bend (kıta)
 Şiirde iki ya da daha çok mısradan oluşan birimdir. Şiirin içeriği ve biçimine göre düzenlenir. Kıtanın yapısını şiirin ölçüsü, uyak düzeni ve mısra sayısı belirler. İki beyitlik kıtalara divan şiirinde rubai, halk şiirinde dörtlük denir. Bu tür kıtaların uyak (kafiye düzeni) birinci ve üçüncü mısraları serbest, ikinci ve dördüncü mısraları kafiyelidir (yani ab cb şeklinde.) Bazen birinci ve üçüncü mısralar kendi aralarında, ikinci ve dördüncü mısralar da kendi aralarında uyaklı (yani ab ab) şeklinde de olabilir. Birinci, ikinci ve dördüncü mısraları kafiyeli (yani aaba şeklinde) olan kıtalara nazım denir. Murabba, muhammes, şarkı gibi nazım biçimlerinin her bendi parça anlamında kıta diye adlandırılır. Divan şiirinde kıta mahlassız (imzasız) şiirdir ve mısraları arasında anlam bütünlüğü vardır. Bir düşünceyi, hikmeti, nükteyi, yergiyi, övgüyü, yaşam anlayışını konu edinebilir. Beyit sayısı ikiden fazla olan kıtalara "kıta-i kebire" denir. Divanlar düzenlenirken kıtalara en sonda bağımsız şiirler olar yer verilir. Bu bölüme de "mukattaat" denir. Mesnevi
 Bu şiir türünün geniş tanımını www.edebiyatturk.net "edebiyat" bölümünde bulabilirsiniz. Kaside  Daha çok din ve devlet büyüklerini övmek amacıyla yazılan şiirlerdir. Kaside şairlerine kaside-gü (kaside söyleyen), kaside-sera ya da kaside-perdaz (kaside yazan) denir. Kaside 6 bölümden oluşur: Birinci bölüm 15-20 beyitliktir. Bu ilk bölüme, aşıkane duygular yer alıyorsa "nesib", bahar, doğa, bayram gibi konulara değiniliyorsa "teşbib" adı verilir. İkinci bölüm girizgah ya da girizdir. Genellikle tek beyitten oluşur ve burada şair medhiyeye (övgüye) geçeceğini bildirir. Girizgah konuya uygun ve nükteli olmalıdır. Üçüncü bölüm medhiyedir. Bu bölümde asıl konu anlatılır. Beyit sayısı konuya ve şaire göre değişen medhiye bölümü kasidenin en sanatlı beyitlerini içerir. Kasidenin dördüncü bölümü tegazzüldür. Tegazzül, 5-12 beyit arasında değişir. Kasidenin başında ya da sonunda yer alabilir. Bu bölüm her kasidede bulunmayabilir. Beşinci bölüm fahriyedir. Şair bu bölümde de kendisini över. Kasidenin son bölümü duadır. Bu bölümde önceki beyitlerde övgüsü yapılan kişi için dua edilir. Kasideler, nesib bölümünde ele alınan konuya göre göre kaside-i bahariyye, kaside-i ramazaniyye, kaside-i hammamiyye olarak adlandırılır. Uyaklarına göre r harfi ile bitiyorsa kaside-i raiyye, l harfiyle bitiyorsa kaside-i lamiyye, m harfiyle bitiyorsa kaside-i mimiyye diye anlandırılır. Rediflerine göre de, tevhid, münacaat, methiye diye bölümlenir. Kasidenin en güzel beyiti "beyt-ül kaside"dir. Şairin adının geçtiği beyite ise "tac beyit" denir. Gazel 
Divan edebiyatının en yaygın kullanılan nazım biçimidir. Önceleri Arap edebiyatında kasidenin tegaüzzül adı verilen bir bölümü iken sonra ayrı bir biçim halinde gelişmiştir. Gazelin beyit sayısı 5-15 arasında değişir. Daha fazla beyitten olaşan gazellere müyezzel ya da mutavvel gazel denilir. Gazelin ilk beyti "matla", son beyti ise "makta" adını alır. Matla beytinin dizeleri kendi aralarında uyaklıdır (musarra). Sonraki beyitlerin ilk dizeleri serbest ikinci dizeleri ilk beyitle uyaklı olur. Birden fazla mussarra beytin bulunduğu gazel "zü'l-metali", her beyti musarra olan gazel ise "müselsel" gazel adıyla bilinir. İlk beyitten sonraki beyte "hüsn-i matla" (ilk beyitten güzel olması gerekir), son beyitten öncekine "hüsn-i makta" (son beyitten güzel olmalı gerekir) denir. Gazelin en güzel beyti ise "beytü'l-gazel" ya da "şah beyit" adıyla anılır. Bunun yeri ya da sırası önemli değildir. Bazı gazellerin matlasını oluşturan dizelerden birinci ya da ikincisinin matlasının ikinci dizesi olarak yenilenmesine "redd'i-matla" denir. Şair mahlasını (şairin takma adı, ya da tanındığı ad) maktada ya da "hüsn-i" maktada söyler. Bu durumda beyit ikinci bir adla "mahlas beyti" ya da "mahlashane" olarak anılır. Şairin mahlasını tevriyeli kullanmasına "hüsn-i tahallüs" denir. Dize ortalarında uyak bulunan gazele musammat, sonu getirilmemiş ya da beyit sayısı 5’in altında bulunan gazellere de "natamam" gazel denir. Başka şairlerin birkaç dize ekleyerek bend biçimine dönüştürdüğü gazellere "tahmis", "terbi" adı verilir. Bütün beyitlerinde aynı düşüncenin ele alındığı gazeller "yekahenk gazel", her beyti öncekinden ustalıklı biçimde söylenmiş gazeller de "yekavaz gazel" olarak adlandırılır. Gazeller konularına göre de çeşitli isimlerle tanımlanır. Aşka ilişkin acı, mutluluk gibi içli duyguların dile getirildiği gazeller "aşıkane", içki, yaşama boş verme, yaşamdan zevk alma gibi konularda yazılanlara "rindane" denir. Aşıkane gazellere en iyi örnek Fuzûlî’nin gazelleri, rindane gazellere en iyi örnek ise Bâkî’nin gazelleridir. Kadınları ve ten zevklerini konu edinen gazeller ise, örneğin Nedîm’in gazelleri, "şuhane", öğretici nitelikli gazellere, örneğin Nâbî’nin gazelleri, "hakimane gazel" denir. Gazeller eskiden bestelenerek okunurdu. Özelikle bestelenmek için yazılmış gazeller de vardır. Gazelleri makamla okuyan kişilere "gazelhan", gazel yazan usta şairlere ise "gazelsera" adı verilir. Gazel, Türk müziğinde ise şiirin bir hanende tarafından doğaçtan seslendirilmesidir. Sesle taksim olarak da bilinir. Rubai  Kendine özgü bir ölçüsü olan 4 dizelik (mısralık) nazım birimidir. Rubailerde birinci, ikinci, dördüncü dizeler uyaklı, üçüncü dize serbesttir. İki beyitlik kıtalar biçiminde yazılmış rubailer de vardır. Her dizesi birbiriyle uyaklı rubailere "rubai-i musarra" ya da "terane" adı verilir. Rubainin aruzun hezec bahrinden 24 kalıbı bulunur. Bunlardan mef'ûlü birimiyle başlayan 12 kalıba "ahreb", mef'ûlün birimiyle başlayan öbür 12 kalıba da "ahrem" denir. Kalıpların sonu "faül" ya da "fa" birimiyle biter. Rubainin her dizesi ayrı bir ölçüde olabildiği gibi, dört dizesi de aynı ölçüde olabilir. Türk divan şiirinde daha çok ahreb kalıbına rastlanır. Rubailer genellikle mahlassız şiirlerdir. Ve divan şairlerinin divanlarının sonunda rubaiyyat başlığı altında sıralanırlar. Bu türün tartışmasız en büyük şairi Ömer Hayyam’dır. Türk edebiyatında Mevlana’nın Farsça yazdığı felsefi rubiler bu türün hızla yayılmasına neden oldu. Kara Fazlî, Fuzûlî 16. yüzyılda bu türün en usta örneklerini verdiler. Divan edebiyatında 17. yüzyıl rubainin altın çağı oldu. Azamizade Haletî, yazdığı bin kadar rubai ile en büyük Osmanlı rubai şairi olarak tanındı. Cumhuriyet döneminin en büyük rubai ustası ise Yahya Kemal Beyatlı’dır. Musammat
 Ayrı bir nazım biçimi olmamakla birlikte gazeil ve bazı kasidelere uygulanan bir tekniktir, Bendlerden kurulu nazım biçimlerine (murabba, muhammes, müseddes, müsebba, müsemmem, mütessa, muaşşer, terbi, tahmis, taşdir, tesdis, tesbi, tesmin, tes-i, taşir, terkib-i bend ve terci-i bend) verilen genel addır. İlk bende geçen dize ya da beyitlerin, öbür bendlerin sonunda aynen yinelenmesiyle düzenlenen musammatlara mütekerrir musammat denir. İlk benddeki dize ya da beyitlerin, öbür öbür bendlerin sonundaki dize ve beyitlerle yalnızca uyak bakımından uyuşması durumunda musammat müzdevic musammat adını alır. Terci-i bend / terkib-i bend  Uyakları gazel biçiminde düzenlenmiş "hane" adı verilen 5-10 beyitlik şiir parçalarının (genellikle 5-12 hane) "vasıta" denen ve sürekli yinelenen bir beyit ile birbirine bağlanmasından oluşan nazım biçimidir. Vasıta beyitinin her hanenin sonunda değişmesi durumunda şiir terkib-i bend olur. Müsemmem  Sekiz dizeden oluşan bendler halinde yazılmış musammatlardır. Az kullanılmıştır. Divan edebiyatında en bilineni Şeyh Galib'in Esrâr Dede'nin ölümü üzerine yazdığı mersiyedir. Tuyuğ  Halk edebiyatındaki mani türüne benzer tarzda yazılmış musammatlardır. Tuyuk da denir. Çoğunlukla her beytinin birinci ikinci ve dördüncü dizeleri uyaklıdır. Sadece Türklere özgüdür. Aruzun sadece fâilâtün fâilâtün fâilün kalıbıyla yazılması nedeniyle rubai'den ayrılır. Bazen dört mısra birbiriyle kafiyeli olabilir. Tahmis  Bir gazelin her iki dizesinin başına aynı ölçüde üç dize ekleyerek oluşturulan nazım biçimidir. Tahmis genellikle başka bir şairin gazeline yapılırsa da, kendi gazellerinden tahmis oluşturan şairler de vardır. Başarılı bir tahmis'te asıl beyit ile eklenen dizeler anlam bakımından kaynaşmış olmalıdır. Başa eklenen üçer mısra gazelin matlası ile aynı kafiyede olur. Diğer beyitlere eklenen üçer mısra ise o beyitlerin ilk mısraları ile kafiyelidir.Tardiye  Beş dizelik bentlerden oluşan musammat türüdür.Taşdir  Tahmisin değişik bir şeklidir. Tahmiste bir başka şairin gazelinin her beytinin başına üç dize eklenirken, taşirde her beytin iki mısrasının arasına üç mısra eklenir. Taşdire "mutarraf tahmis" de denir. Tesdis  Terbî ve tahmise benzer. Ancak başka bir şairin yazdığı bir gazelin her beytinin üzerine dört dize daha ekleyerek altılı beyitler haline getirilmesiyle oluşur. Tesdis tek bir beyite de uygulanabilir. Divan edebiyatında çok az kullanılmıştır. Tahmis türünde olduğu gibi genellikle eksik gazellere uygulanır. Tesbi  Bir başka şairin bir gazelin her beytinin matlasına 5 dize daha eklenerek yedili beyitler haline getirilmesiyle kurulur. Tahmis ve tesdis türünde olduğu gibi genellikle eksik gazellere uygulanır. Tesbi de eklenen dizelerin kafiyesi, mevcut dizelerle aynıdır. Taşir  İkili dizelerler yazılmış bir gazelin her beytine 8 dize daha ekleyerek 10'lu beyitler haline getirilmiş gazel türüdür. Tahmis ve tesdis türlerinde olduğu gibi genellikle eksik gazellere uygulanır.Tezmin
 İkili dizelerler yazılmış bir gazelin her beytine 6 dize daha ekleyerek 8’li beyitler haline getirilmesidir. Tahmis ve tesdis türlerinde olduğu gibi genellikle eksik gazellere uygulanır.Muaşşer  Aynı ölçüde onar dizelik bendlerden oluşan nazım biçimidir. İlk bendin on dizesi birbirleriyle, sonraki bendlerin ise ilk iki dizesi ilk bend ile uyaklıdır. İlk beytin son bendinin her bendin sonunda aynen yinelendiği muaşşerlere "mütekerrir muaşşer" denir. Bendlerin son beytinin ilk bendin uyağına uygun olarak her bendde değişmesiyle yazılan muaşşerler ise "müzdeviç muaşşer" adıyla tanımlanır. Muhammes  Aynı ölçüdeki beşer dizelik bendlerden oluşa nazım biçimi. İlk bendin 5 dizesi birbirleriyle, sonraki bendlerin son bir ya da iki dizesi ilk bend ile uyaklıdır. Son bir ya da iki dize, her bendin sonunda aynen tekrarlanıyorsa bu muhammese "mütekerrir muhammes", bu dizelerin ilk bend ile yalnızca uyak yönünden uyuştuğu muhammeslere ise "müzdeviç muhammes" adı verilir. Bend sayısı 4-8 arasında değişir. Muhammeslerde çoğunlukla felsefi düşünceler, tasavvuf konuları ele alınır. Murabba  Aynı ölçüde dörder dizelik bendlerden oluşan nazım biçimidir. Murabbalarda ilk bendin dört dizesi birbirleriyle, sonraki bendlerin son dizesi ilk bendle uyaklıdır. Son dizenin her bendin sonunda aynen yinelendiği murabbalara "mütekerrir murabba" denir. Her bendin son dizesi ilk bendle yalnızca uyak açısından benzeşiyorsa murabba "müzdeviç murabba" diye tanımlanır. Murabbaların uzunlukları 4-8 bend arasında değişir. Konuları çoğunlukla dinsel ve didaktiktir. Övgü, yergi, manzum, mektup, mersiye gibi türlerde yazılmışlardır. Murabbalarda her vezin kalıbı kullanılabilir. Halk edebiyatımızdaki koşmalara benzerler. Müseddes  Aynı ölçüde altışar dizelik bendlerden oluşan nazım biçimidir. İlk bendin bütün dizeleri birbirleriyle, sonraki bendlerin bir ya da iki dizesi ilk bend ile uyaklıdır. İlk bendin son ya da son iki dizesi her bendin sonunda yinelenirse "mütekerrir müseddes", sonraki bendler ile ilk bend yalnızca uyak yönünden benziyorsa "müzdeviç müseddes" adını alır. Müseddeslerin uzunluğu 5-8 bend arasında değişir. Konuları tasavvuf ve felsefedir. Müstezat  Arapça ziyade sözcüğünden gelir. Bir gazelin her dizesine bir kısa dize ekleyerek oluşturulan şiir biçimidir. Çoğunlukla aruzun "mef’ulü/ mefailü/ mefailü/ feulün kalıbı kullanılarak yazılırlar. Her dizeden sonra bu kalıbın ilk ve son birimleri olan mef’ulü/ feûlün kalıbına uygun bir kısa dize söylenir. Eklenen bu kısa dizeye ziyade denir. Ziyadeler dizeden sayılmadığı için iki uzun iki kısa dizeden oluşan 4 dize bir beyit sayılır. Kısa dizeler okunsa da okunmasa da beytin anlamı bir bütün oluşturur. Ziyadesi bir satırdan fazla olan müstezatlar da vardır. Tez ziyadeli müstezatlara "sade" çitf ziyadeli olanlara ise "çift" adı verilir. Şarkı  Divan şiirinde bestelenmeye uygun ölçü kalıpları ile yazılan ve çoğunlukla 4 dizelik bendlerden oluşan nazım biçimidir. Dörtlüklerden kurulan musammat da denebilir. Murabbaya benzer. 5 ya da 6 dizelik bendlerden de oluşabilir. Üçüncü dizeye meyan adı verilir. Ve bu dizenin anlam bakımından daha özlü olmasına dikkat edilir. Dördüncü dizeye ise nakarat denir. Aşk, sevgili, ayrılık, içki, eğlence gibi konularda yazılır. Divan edebiyatının ilk şarkı yazarı Naîlî-i Kadîm’dir. 28 şarkısıyla Nedîm de bu türün en güzel örneklerini vermiştir.

Divan Edebiyatında KOnu & Aruz

DİVAN EDEBİYATINDA KONULAR
 Divan şiiri konu bakımından çok çeşitlidir. Genel tanımdan da anlaşılacağı gibi öncelikle din dışı ve dini şiir olmak üzere ikiye ayrılır. Din dışı şiirde başlıca türler şöyle sıralanabilir: Bahariye, cemreviye, dariye, fahriye, iydiye, medhiye, mersiye, gazavatname, sakiname, hamamname, sahilname, kıyafetname, surname, lugaz, muamma, hicviye, hezliyat, tarih düşürme ve şehrengiz. Dini-tasavvuf şiirinin türleri de şöyledir: Tevhid, münacat, na't, maktel-i Hüseyin, miraciye, hilye, mevlid, kırk hadis, menkıbname. Din dışı düzyazı türleri: Tezkire, tarih, seyahatname, siyasetname, münşeat, sefaretname. Dini-tasavvufi düz yazı türleri: Evliya tezkiresi, kısas-ı enbiya, siyer. Divan hikayelerinde hem şiir hem düzyazı örnekleri kullanılır. Hikayeler dinsel ve destansaldır. Çift ya da tek kahramanlı aşk hikayeleri ve temsili hikayeler de çokça yazılmıştır. DİVAN ŞİİRİNDE ARUZ ÖLÇÜSÜ  Divan şiirinin ölçüsü "aruz"dur. Aruz’da açık ve kapalı heceler çeşitli kalıplarda, kendilerine özgü bir düzen içinde sıralanır. Şairler eserlerini yazarken seçtikleri kalıba mutlaka uymak zorundadır. Aruz, esas olarak hecelerin uzunluğu kısalığı temeline dayanan şiir ölçüsüdür. İlk kez Arap dilcisi İmam Halil bin Ahmed tarafından kullanıldı. Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinden sonra medrese kültürü ile yetişen şairlerin Farsça’yı edebiyat dili olarak benimsemeleri, aruzun Türk edebiyatına da girmesini sağladı. Aruzda heceler uzun ve kısa olarak ikiye ayrılır. Uzun heceler çizgi (-), kısa heceler nokta (.) ile gösterilir. Uzun ve kısa heceler çeşitli biçimlerde yan yana gelerek kalıpları oluşturur. Bu kalıplar yan yana geliş biçimlerine göre, fâilâtün, fâilün, mefâilün ve benzeri değişik adlarla anılır. Aruz ölçüsüyle şiir yazmak için sözcükleri bu kalıplara uydurmak gerekir. Aruzda sözcükleri ses özelliklerini bozmadan kullanmak her zaman olanaklı değildir. Bu yüzden heceleri kimi zaman uzun, kimi zaman da kısa okumak gerekir. Sık rastlanan bu iki duruma imale (uzun okuma) ve zihaf (kısa okuma) adı verilir. Zihaf, aruzda kusur sayılır. Aruz ölçüsünde hece ölçüsündeki gibi duraklar yoktur. Dizelerdeki hece sayıları eşit olmayabilir. Dize sonlarındaki heceler kısa da olsa uzun kabul edilir. Aruzda bir sözcük sessiz biter, ondan sonra gelen sözcük sesli harfle başlarsa, bu sesli harf birinci sözcüğün sonundaki sessiz harfi kendisine çeker. Böylece birinci sözcüğün sonundaki sesiz harfle biten uzun hece kısa hece durumuna gelir. Bu duruma da vasl yani ulama denir.

Divan Edebiyatında Sanatlar

DİVAN EDEBİYATINDA SANATLAR Teşbih  Sözü daha etkili kılmak amacıyla ortak nitelikleri bulunan nesne ya da kavramlar arasında benzerlik kurma sanatıdır. Örneğin, "Tilki gibi kurnaz adam" bir teşpihtir. İnsan kurnazlığıyla bilinen tilkiye benzetilmektedir. Bir teşbih'te dört öğe bulunur: Müşebbehün-bin (benzetilen): Kendisine benzetilen, birbirine benzetilen nesne ya da kavramlardan nitelikçe daha güçlü, daha üstün olan. Örneğimizde "tilki". Müşebbeh (benzeyen): Birbirine benzetilen nesne ya da kavramlardan nitelikçe daha güçsüz, zayıf olan. Örneğimizde "adam". Vech-i şebeh (benzetme yönü): Birbirlerine benzetilen nesne ve kavramlar arasındaki ortak nitelik. Örneğimizde "kurnazlık". Edat-ı teşbih (benzetme ilgeci): Nesne ve kavramlar arasında benzetme ilgisi kuran ilgeç ya da ilgeç işlevi gören sözcük. Örneğimizde "gibi". Örneğin "Yol yılan gibi kıvrılıyor" dendiğinde, "yol" benzeyen, "yılan" kendisine benzetilen, "kıvrılıyor" benzetme yönü, "gibi" ise benzetme edatıdır. Teşbih, bu öğelerden bir ya da bir kaçının kullanılıp kullanılmamasına göre dörde ayrılır: Dört öğenin de bulunduğu teşbih teşbih-i mufassaldır (ayrıntılı benzetme). Örneğin, "Ahmet aslan gibi güçlüdür". Benzetme yönü bulunmayan teşbih teşbih-i mücmeldir (kısaltılmış benzetme). Örneğin, "Ahmet aslan gibidir". Burada "güçlülük" vurgulanmamıştır. Benzetme ilgeci bulunmayan teşbih teşbih-i müekkeddir. (pekiştirilmiş benzetme). Örneğin, "Ahmet kuvvetle aslandır". Bu teşbihde "gibi" ilgeci kullanılmamış. Benzetme yönü ve benzetme ilgeci bulunmayan teşbih teşbih-i beliğdir (yalın benzetme). Örneğin, "Aslan Ahmet.Mecaz  Sözcükleri gerçek anlamları dışında kullanma sanatıdır. Anlatımı daha etkili kılmak ve söze canlılık kazandırmak amacıyla yapılır. Mecaz, söze güzellik, güçlülük, canlılık, zerafet, derinlik ve genişlik vermek için kullanılır. Örneğin: Kandilli yüzerken uykularda Mehtabı sürükledik sularda Yahya Kemal Beyatlı Bu dizelerde Kandilli'nin sularda yüzmesi, mehtabın sularda sürüklenilmesi, söz ve sözcüklerin asıl anlamının dışında, güçledirme, güzelleştirme, anlanlamdırma, zarifleştirme ve güçlendirme amacıyla kullanılmasına örnektir. Mecaz, Sözcük ve fikir mecazları olmak üzere ikiye ayrılır. Sözcük mecazında bir sözcük gerçek anlamı dışında, fikir mecazında ise herhangi bir fikir kendi anlamının dışında bir amaçla kullanılır. Mecaz-ı mürsel
 Bir sözcüğü benzetme amacı gütmeden başka bir sözcük yerine kullanma sanatıdır. Düz değişmece ya da metonomi diye de adlandırılır. Günlük yaşamda da yaygınlıkla kullanılan mecaz-ı mürsel, iki nesne ve kavram arasında çok çeşitli ilgiler kurulmasıyla gerçekleşir. Neden yerine sonucun (bereket yağdı gibi), içindeki yerine kabın (sobayı yaktık gibi), özel yerine genelin (at yerine hayvan gibi), soyut kavram yerine somut adın (gözüme girdi gibi), yapıt yerine yazar adının (Siham-ı Kaza okuyorum demek yerine Nef’i okuyorum demek gibi) kullanıldığı çeşitli türleri vardır. Telmih
 Bilinen bir olay, kişi, nükte, fıkra, atasözünü dolaylı biçimde anlatma sanatıdır. Telmihin başarılı olması için okuyucunun dolaylı anlatıma konu olan düşünceyi kolayca anlayabilmesi gerekir. Divan edebiyatında özellikle dinsel öyküler, din büyükleri ile kahramanları, Kur’an ayetleri ve mesnevi kahramanları telmih konusu olmuştur. Örneğin: Ey nâme sen ol mâh-likâdan mı gelirsin Ekmek Leyla oldu bre dostlarım Ey Hudhad-i ümmid Saba'dan mı gelirsin Mecnun oldum peşi sıra gezerm Nîbî Şair, ikinci dizedeki "Saba" ile Süleyman-Belkıs" kıssasını anımsatıyor. Tecahül-i arif
 Bir anlam inceliği yaratmak ya da bir nükte yapmak amacıyla bilinen bir şeyi bilmezlikten gelme sanatıdır. Tecahül-i arifin özünü oluşturan bu nükte, dört amaç için yapılmış olabilir. Neşelendirme (tenşid), uyarıda bulunma (tevbih), hayret ve şaşkınlık bildirmek (tehayyür), kendinden geçişi belirtmek (tedellüh). Bilinen şey bilinmiyormuş gibi anlatılırken genellikle bir inceliğe dayandırılır. bu yapılırken mübalağa ve istifham sanatlarından da yararlanılır. Örneğin: Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su Fuzûlî "Bilmiyorum dönen kubbe mi su rengindedir Yoksa gözyaşlarım mı gökyüzünü kaplamıştır" Fuzûlî, kubbenin, yani gökyüzünün mavi renkte olduğunu bilmiyormuş gibi davranıyor. Gözyaşlarının gökyüzünü kaplayacak kadar çok olduğunu (mübalağa) belirtebilmek için tecahül-i arif sanatına başvuruyor. İstiare  Bir sözcüğü kendi anlamı dışında kullanarak, bir şeyi benzediği başka şeylerin adıyla anma sanatı. Benzetmenin iki temel öğesi vardır, benzeyen ve benzetilen. İstiare bunlardan birinin söylenmemesiyle yapılır. İstiare üç yönden ele alınır: 1. Benzetme amacı bulunur, 2. Sözcük gerçek anlamı dışındaki mecaz anlamındadır, 3. Sözcüğün asıl anlamında kullanılmamasını gerektiren bir durum (karine-i mania) vardır. Örnek: "Soğuk ay öptü beyaz enseni" Yahya Kemal Beyatlı "Ay öpmek" deyişiyle ay canlı bir varlığa benzetilmiştir. "Öpmek" sözcüğü asıl anlamının dışında mecaz anlamıyla kullanılmıştır. Öpmek sözcüğünün asıl anlamının kullanılmasına olanak yoktur çünkü ayın dudağı olmaz. Şair burada, istiare sanatıyla anlatımı daha etkili, daha estetik ve heyecanlı hale getiriyor. İstiare genel olarak üç çeşide ayrılır. Yalnızca benzeyenin söylendiği istiareye "açık istiare" (istiare-i musarraha) denir. Örnek: "Bir hilâl uğruna yarâb ne güneşler batıyor" Mehmet Akif Ersoy Ersoy, benzetilen güneşi söylerken, benzeyen askerden sözetmiyor. Yalnızca benzetilenin söylendiği istiareye de "kapalı istiare" (istiare-i mekniye) denir. Örnek: Her taraf kırık dökük Dalların boynu bükük "Kederliyiz" der gibi Orhan Seyfi Orhon Dallar boynu bükük insana benzetiliyor ama kendisine benzetilen insandan sözedilmiyor. Boynu bükük sözcüğü ile insanın bir özelliği vurgulanıyor. Benzetmenin temel öğelerinden yalnızca birisiyle çok sayıda benzerliği sıralayarak yapılan istiareye ise "yaygın istiare" (istiare-i temsiliye) adı verilir. Örnek: Bin gemle bağlanan at şaha kalkıyor Gittikçe yükselen başı Allah'a kalkıyor Son macerayı dinlememiş varsa anlatın Râm etmek isteyenler o marûr, âsil atın Beyhudedir her uzvuna bir halka bulsa da Boştur köpüklü ağzına gemler vurulsa da... Coştukça böyle sel gibi bağrındaki hisleri Bir gün başında kalmayacaktır seyisleri! Faruk Nafiz Çamlıbel Çamlıbel, milleti mağrur bir ata benzeterek çok sayıda benzerliği sıralıyor.Hüsn-i talil  Nedeni bilinen bir olayı, düşsel ya da gerçekdışı bir olaya bağlama yoluyla yapılan edebi sanattır. Hüsn-i tevcih olarak da bilinir. Şiirin iki dizesi arasında bağlantı kurarak anlam ve anlatıma incelik vermek amacını taşır. Bu sanatta öne sürülen neden ile gerçek neden arasında mutlaka anolojik bir bağ bulunur. Nedeni bilinen olay güya, sanki, acep, acaba, meğer gibi sözcüklerle bir ihtimale dayandırılırsa bu tür hüsn-i talil'e şibh-i hüsn-i talil adı verilir. Örnek: Müzeyyen oldı bezendi bağ-ı çemen Meğer ki bağa haber geldi yârdan bu gece Ahmedî "Bahçe, süslenmiş fesleğenlerle bezendi Meğer sevgili bu gece geleceğini bildirmiş." Bahçenin bezenmesi, süslenmesi gerçeği sevgilinin gelebilme ihtimali gibi güzel bir düşe bağlanıyor. Leff ü neşr  Bir beyitte birbirleriyle ilgili sözcüklerin sıralanmasıyla yapılan ve divan şiirinde çok sık kullanılan edebi sanattır. Şiirin ikinci dizesinde birinci dizede söylenmiş en az iki şeyle ilgili benzerlik ve karşılıklar verilerek uygulanır. Sözcüklerin birinci ve ikinci dizede belli bir sıra gözetilerek söylenmesine leff ü neşr-i müretteb (düzenli leff ü neşr) denir. Örnek: Gonce kılmaz şâd gül açmaz tutulmuş gönlümü Bakışların kor ateş, gülüşün bir içim su Ârzûmend ruh-i leb-i handânınem Biri yakar biri boğar Fuzûlî "Kederli gönlümü gonca memnun etmez, gül sevindirmez Çünkü ben ben bunları değil al yanağını ve gülen dudağını istiyorum" Gonca, yanak karşılığı ruh ve gül dudak karşılığı leb sözcükleriyle ilgilidir. Fuzûlî, burada düzenli leff ü neşr yapıyor. Birinci beytin ikinci dizesinde, birinci dizede söylenenlerle ilgili sözcüklerin ters bir sıra izlenmesiyle ya da karışık olarak bulunmasıyla yapılan leff ü neşr'e ise leff ü neşr-i gayr'i müretteb ya da leff ü neşr'i müşevveş (düzensiz leff ü neşr) denilir. Örnek: Yürürem hâsret-i zülf ü meh-rûlar ile Gündüzin gussalar ile gice kaygular ile Meâlî "Sevgilinin saçının ve ay yüzlü yanağının hasretiyle Gündüz kederli gece kaygılı gezerim" Saç anlamına gelen zülf geceyle, yanak anlamına gelen ruh gündüzle ilgilidir. Birinci ve ikinci sözcüğe karşılık ikinci ve birinci sözcükler sıralanarak düzensiz leff ü neşr yapılıyor.Kinaye
 Bir sözü aynı zamanda hem gerçek hem de mecazi anlamıyla kullanma sanatıdır. Sözün açık söylenmesinin hoş olmadığı durumlarda alay, şaka, sitem amacıyla kullanılır. Bu kullanışta sözün geçek anlamından bir sonuç çıksa da geçerli olan mecazi anlamıdır. Örneğin Şeyhülislam Yahyâ’nın, "Dilber gelince bezme yüzü güldü aşıkın" dizesinde bir kişinin gerçek yüzünün gülmesini anlamaya bir engel yok. Ama asıl anlatılmak istenen aşığın çok sevinmiş olmasıdır (mecazi anlam). Türkçe deyimlerin çoğu mecazi anlamlarıyla kullanıldığı için kinayedir. Kinayede sözün başka bir anlama gelmesi olasılığı yoksa bu türe "kinaye-i karibe" (yakın kinaye) denir. Eğer sözün anlamı gizleniyorsa kinaye "kinaye-i baide" uzak kinaye) olarak adlandırılır. Nitelenen tek özelliği belirten kinayeye "kinaye-i müfrede" (tek kinaye), birkaç özelliği birden belirten kinayeye de "kinaye-i mürekkebe" (birleşik kinaye) adı verilir. Örnek:
Bulamadım dünyada gönüle mekan Nerde bir gül bitse etrafı diken Sümmanî Gül ve diken hem gerçek hem mecazi anlamlarıyla kullanılıyor. Ancak asıl kastedilen mecazi anlamları. Şair hem birleşik kinaye hem uzak kinaye yapıyor. Tariz  Birini küçük düşürmek ya da biriyle alay etmek amacıyla söylenecek sözü tam tersi bir sözle nükte yaparak anlatma sanatıdır. Tariz de gerçek ya da mecaz anlam yerine doğrudan zıt bir anlam kullanılması söz konusudur. Teşhis-ü intak Cansız varlıkları, ya da hayvanları kişiler gibi davrandırma, canlandırma, konuşturma, onlara duygu ve hareket gibi nitelikler kazandırma sanatıdır. İnsan dışındaki calı varlık ya da hayvanlara insan özelliği verilmesine teşhis, onların konuşturulmasına ise intak denir. Teşhis ve intak daha çok fabllara kullanılır. Teşhise örnek:Mahmur uyanır gölgede binlerce ziyâlar Çöller düşünür, gün düşünür, gölgeler ağlar Emin Bülend Serdaroğlu Şair, ışığı uyandırıyor, çöller ve günü düşündürüyor, gölgeleri ağlatıyor. Bunların hepsi insan özellikleri. Üst üste teşhis sanatı yapıyor.